ODLAR YURDU AZERBAYCAN
Ali Eşref Uzundere
Gazeteci-Yazar
ERMENİ MESELESİ VE ERMENİ İDDALARI…
“Tarih bilmeyenler, o tarihin insanı olamazlar!..”
“Ermeni Sorunu”, Emperyalist güçlerin Türkiye ve Türkler aleyhine giriştikleri yıkım savaşının bir algılamasıdır. Bin yıllık bir geçmişe dayanan Türk- Ermeni ilişkileri, 600 yıllık Osmanlı Devleti ömründe “Millet-i Sadıka” unvanıyla rahat bir yaşam sürdüren Ermeniler, Osmanlı Devletinin güçsüzleştiği 19.yüzyıl sonlarına doğru bozuldu. Önce Rusya, sonra İngiltere ve diğer Batılı ülkeler, Balkanlar’daki Hıristiyan halklar ile Anadolu’daki Ermenileri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır.
Urfalı Ermeni tarihçi Matthieu /Meteos (962-1136), Bizans’ın Ermeni milletine uyguladığı tehcir hadisesini,“İktidarsız kadınlaşmış iğrenç Rum milleti, Ermenistan’ın cesur evlatlarını yurtlarından koparıp dağıttılar” demiştir.
Ermeni Patriği Nerses, 1876’da Vatandaşlık Meclisi Şurası’na sunduğu mektubunda; “Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak muhafaza edildiyse ve inancını, kilisesini, dilini, tarihini, kültürel değerlerini muhafaza ediyorsa, tüm bunlar Türk milletinin, Ermeni milletine gösterdiği himaye, yardım ve hayırseverlik sayesindedir.” derken,
Ünlü Rus tarihçisi V. L.Veliçko “Kavkaz” adlı eserinde Ermeni siyasetini; “Ermeniler tarih boyunca devamlı surette efendilerini değiştirmişlerdir. Roma, Bizans, İran, Rus, İngiliz, Fransız Türk… Tarih sahnesine yeni-yeni efendi çıktığında, Ermeniler eski efendilerine isyan etmişlerdir ve kendi efendilerini sistemli olarak satmışlardır.” diye tanımlamış, Ermenilerin tarihi, siyasi ve milli şahsiyetten mahrum bir toplum olduklarını da ifade etmiştir. Bu hatırlatmalardan sonra gelin Ermeni Meselesi’nin tarihi sürecine göz atalım.
ERMENİ MESELESİ NEDİR?
1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle sonuçlanmıştır. Ukrayna‘nın güneyi, Kuzey Kafkaslar ve Kırım Rusya‘nın eline geçmiştir. 21 Temmuz 1774 tarihinde Osmanlı tahtına oturan Sultan I. Abdülhamit, Ruslarla imzaladığı “Küçük Kaynarca” antlaşması ile savaşı sonlandırmıştır. Antlaşma ile Kırım‘a bağımsızlık verilir. Asıl amacı bağımsız olan Kırım‘ı topraklarına katmak olan Rusya, antlaşmanın 16. Maddesi ile de Osmanlı topraklarında yaşayan “Ortodoks” mezhebine mensup halkların; her türlü haklarını koruma ve takip etme imtiyazını da elde etmiştir. “Şark Meselesi” olarak karşımıza çıkan bu durum bizi, bu günlere getirmiştir denilebilir.
Rusya antlaşmanın 16. Maddesi ile elde ettiği bu hakkı, Osmanlı devletinin en zayıf anlarında bir bahane uydurarak savaş açmış ve Osmanlı topraklarından parçalar koparmıştır.
1876 ve arkasından halk arasında 93 Harbi diye adlandırılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaş’ta ağır yenilgi alan Osmanlı Devleti, savaşı sonlandıran Ayestefanos/Yeşilköy Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti yine toprak kaybetmiştir. Kars-Ardahan-Batum Sancakları, savaş tazminatı olarak Ruslara terk edilmiştir. Halk arasında “93 Harbi” olarak bilinen bu savaş, Ermeni Sorununun ortaya çıkmasında dönüm noktası olmuştur. Yeşilköy Antlaşması’nda yer alan “Ermeni azınlığın yaşadığı topraklarda ıslahatlar yapmayı kabul eder.” maddesi, Ermenilerin uluslararası siyasi sahnesine çıkmasına boyut kazandırmıştır.
Rusya başta olmak üzere Batılı emperyalist devletlerin suni olarak ortaya atıp yarattıkları “Ermeni Meselesi”nde; hedef daima Türkler ve Türk toprakları olmuştur. Meseleyi yönlendirenler, değişik zaman dilimlerinde ayrı-ayrı hareket eder gibi görüntü verseler de, amaçları daima Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni parçalamaya yönelik olmuştur.
1890-1915 yılları arasında yaşanan Ermeni olaylarına genellikle tek taraflı ve önyargılı bakan Batılı devletler; olaylar, meydana geldikleri zaman şartları içinde değerlendirmeye tabi tutulmadan “Müslüman-Hıristiyan” rekabeti gözlüğü ile bakılmış, destekleyip teşvik etmişlerdir.
Hal böyle iken Osmanlı imparatorluğu toprakları içinde dağınık olarak yaşayan Ermeniler, boş durmamış örgütlenmişlerdir.
-1840 yılında ortalıkta en küçük bir çatışma yokken, Maraş’ta bir dağın tepesinde kurulmuş bir Türk karakolunu, yörede gizlice örgütlenmiş olan 5 bin dolayında silahlı Ermeni gücü tarafından gece yarısı basılıp 400 civarında Türk askeri ile subaylarının kulaklarını burunlarını keserek, işkence ederek katletmişlerdir.
-1870’lı yılların başlarında Kuzey Kafkasya ile Gürcistan’da silahlandırılan Ermeniler, Revan, Nahçıvan ve Karabağ bölgelerinde, Türk köylerine saldırarak, bölgede Türk nüfusun azaltılmasına yönelik katliamlar gerçekleştirmişlerdir.
-Halk arasında “93 Harbi” olarak bilinen 1877-1878 Rus-Osmanlı savaşı sırasında bölgeyi çok iyi tanıyan Ermeniler, Ruslara rehberlik ederek, cephe gerilerindeki silahsız savunmasız Türk köylerini basıp, yağmalayıp, katliamlar yapmışlardır.
-1913–1915 yılları arasında iki yıl boyunca Doğu Anadolu bölgesinde Türk köylerini basıp yöredeki Türk nüfusu kıyıma uğratarak, ilerdeki “Büyük Ermenistan” emellerini gerçekleştirmek için büyük çaba ve gayret göstermişlerdir.
– I.Dünya Savaşı sırasında, Sürmeli Çukuru (Tuzluca-Iğdır-Aralık) 1828-1920 yılları arasında, Kars-Ardahan-Batum, Sancakları da 1877-1978 Osmanlı-Rus Savaşı sonucu imzalanan Yeşilköy Antlaşmasıyla “savaş tazminatı” olarak Çarlık Rus idaresi altında bulunuyorlardı. Ermeniler, 1917 Ekim devrimi sonucu Çarlık Rus idaresinin devrilmesinden başlayarak 1920’ye kadar bu Türk yurtlarında silahsız, savunmasız yöre halkına büyük bir vahşetle katliamlar yapmışlardır.
-1905 yılında Küçük Ergeş Bey’in savunduğu Andican’ı tutuşturarak, 20 bin Özbek Türk’ünü katleden Ruslar değil!. Bu işi yapmak için Rus ordusuna karşı koyan Ermeni birliği, yapmıştır.
– Ermeniler Kazım Karabekir Paşa’nın “Doğu Hareketi” sırasında, Kafkaslara doğru geri çekilen Rusların geri hizmetini yapmak üzere Özbekistan’dan getirdikleri 200 Özbek Türk’ünü Sarıkamış Tren istasyonundaki hizmet binaların birinin içinde boğazlanıp öldürmüşlerdir. [1] Ordu birliklerinin Sarıkamış’a girdikleri sırada Kars Güneybatı Kafkas Hükümeti Dışişleri Bakanı Fahrettin Erdoğan’ın tespitiyle şehit Tüzbek Türkleri, şehit edildikleri bu binanın zeminine gömüldüklerini biliyor muyuz?
AZERBAYCAN’DA KARABAĞ SORUNU VE HOCALI SOYKIRIMI
“Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur.” M. Kemal Atatürk
Ülke olarak kuşatma altındayız. Bizim değil başkalarının belirlediği gündemlerle, dayatmalarla zaman harcıyoruz. Türk milletinin karakterinden gelen hoşgörüsü son üç yüz yılda çok kötü sonuçlar vermiştir. Hun boylarının Eraslan’daki hareketleri vahşi bir hayat süren Slavları eritip yok etmesi gerekirken Türkün hoşgörüsü, Slavların yaşayıp, uygarlığa ulaşmasını sağlamıştır.
Arap tarihçisi Philipp Hattı; “Eğer Türklerde bu karakter olmasaydı! Bu gün Arap milleti, Arap yarımadası çöllerine atılmış ilkel bir kavim olmaktan ileri gidemezdi.” Değerlendirmesini yaparken, Fransız tarihçisi F. Grenard: “Baltık denizinden, Lehistan’dan, Macaristan’dan doğuya doğru bütün Avrupa tamamen Müslüman, yepyeni bir millet olurdu” demiştir.
İşte Türk hoşgörüsünün son 300 yıl içinde yarattığı sonuç, milletimizi bu gün içinde yaşadığımız sorunlarla karşı karşıya getirmiştir. “Ermeni” sorunu, “Karabağ” sorunu, “PKK-Kürt” sorunu, “Besle kargayı oysun gözünü” misali bu hoşgörünün bir ürünüdür ki, yaşıyoruz.
Altı bin yıllık Türk yurdu Karabağ coğrafyasında, 20 yüzyılın başlarına kadar hiçbir azınlığın kütle halinde yaşadığına şahit olmamıştır. Ancak dağınık halde yaşayan azınlıklar genel nüfusun çok az bir kısmını teşkil etmiştir. Azınlıkların içinde Ermenilerin yanı sıra İranlılar, Ruslar, Gürcüler vardı. Bu azınlıkların içinde Ermeniler çoğunluk değildi. Çoğunlukta olan Türkler, Karabağ’a hâkim olmuşlardı.
- yüzyılda bölgeye hâkim olan Selçuklular tarafından verilen “Karabağ” ismi, zamanımıza kadar yaygın olarak; Karabağ atı, Karabağ halısı, Karabağ koyunu, Karabağ ipeği, Karabağ Hanlığı, Karabağ Mezarlığı. Karabağ pamuğu gibi kullanıla gelmiştir. Dil, töre, sosyal yaşam bakımından Anadolu’ya yakın olan Karabağ bölgesi, aynı zamanda Türkiye’yi Azerbaycan’a oradan da Orta Asya Türk dünyasına bağlayan tek geçit yolu ve bağdır.
Stratejik önemi dolayısıyla tarih boyunca Anadolu, İran, Kafkasya ve Slav (Rus) coğrafyasında kurulan devletler, Karabağ’a hâkim olmak için mücadele etmişler ve Karabağ’a hâkim oldukları sürece de Ortadoğu’da hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir.
“Sıcak denizlere inmek” ezeli tutkusu içinde olan Ruslar, Basra ve İskenderun körfezine ulaşabilmek ve Karabağ’ı ellerinde bulundurmak için 200 yıldan fazla bir zaman içinde bölgeye hâkim devletlerle mücadele etmiştir. Ruslar, bu emel doğrultusunda bu gün bile Ermenileri kışkırtıp onlara kadim Türk yurdu olan Azerbaycan’ın Karabağ topraklarını işgal ettirmiştir. .
KARABAĞ
Kafkasya’da Kür ve Aras ırmaklarıyla Gökçe Gölü arasındaki tarihi “Arran” dağlık bölgesiyle bu bölgeye bağlı ovalardan ibaret bir coğrafyadır. Yumuşak iklimli, verimli toprağı, 130′ ün üstünde şifalı kaplıcaları ile içme suyu kaynağı bulunan ve engin tabiat güzelliklerine sahip Karabağ, aynı zamanda tedavide kullanılan 2500 çeşit şifalı endemik bitki örtüsünü bünyesinde barındırmaktadır. Ermenilerin “bizimdir” diye iddia edip sahip çıkmak istedikleri ecdat Türk yurdu Karabağ, birinci asrın başından günümüze kadar geçen tarihi süreçte, hiç bir zaman Ermeni yurdu olmadı, yüzyıllar boyunca Türklere kışlak oldu, yurdu oldu.
Azerbaycan coğrafyasında, Aran Garabağı, Tebriz Garabağı, Surhab Garabağı adlarla anılan bölgeler olmuştur.
Arran Garabağı: Kür ve Aras nehirlerinin arasıdır. Arran Garabağı adıyla adlandırılmasına sebep onun başka Garabağlardan özellikle Hazar Denizinin doğusundaki Bagdıs Garabağından ayrı olduğunu belirtmek içindir.
13-14 asır kaynaklarında “Dağlık Karabağ” adına rastlanmamaktadır. Garabağ bir bütündür dağlık ve düzlük ayrımı yoktur. Arran Karabağ’ın esas kalbi merkezidir.
Karabağ’ın güney hudutları Aras nehrine kadar uzanır. Karabağ toprakları Kuzeyde Şirvan ile Kür boyunca sınırdır. Gökçe Gölün kuzeyinde bulunan Zeyem ve Arranın doğu tarafında bulunan Beylegan da Karabağ’a aittir.
ODLAR YURDU AZERBAYCAN
Odlar/ateş ülkesi Azerbaycan, Anadolu gibi çok eski devirlerden itibaren Türk akınlarına sahne olmuş bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın Türkleşmesi; 11. Yüzyıldaki Selçuklu döneminde Oğuz-Türkmen boylarının bölgeye yerleşmeleriyle gerçekleşmiştir. Moğol ve Timur idaresinden sonra Karakoyunlu ve Akkoyunlular Türkmenlerinin hâkimiyet kurduğu bölge, daha sonra kurulan Safevi Devleti ile Osmanlılar arasında sürekli mücadelelere sahne oldu. Nadir Şah’ın ölümünden sonra (1747) küçük hanlıklara bölünen Azerbaycan coğrafyasındaki bu hanlıklar, varlıklarını 19 yüzyıllın son çeyreğine kadar sürdürebilmişlerdi.
Kimi zaman kendi aralarında, kimi zaman komşu devletler ile ittifaka girerek varlıklarını sürdüren hanlıklar arasındaki denge, Osmanlı Devleti tarafından sağlanmıştı. Tarih boyunca Türklerin yaşadığı bir mekân olan Azerbaycan’ın jeo-stratejik konumu, doğal yer altı ve yer üstü tabiat zenginlikleri açısından bölgedeki devletlerin ilgi odağı olmuştur.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin işgal altındaki toprakları
ODLAR YURDU AZERBAYCAN
- asırda Kafkasya Albanları, 2. asırda Romalılar, 3.asırda Sasaniler, 6. asırda Hunlar, 7. asırda Hazarlar, 8. asrın başlarında Araplar, 10. asırda Şaddadiler, 11. asrın ortaları ve 12. asrın ikinci yarısına kadar Selçuklu Türkleri egemen olmuştur.
- asır başlarında Türk-Moğollar, 14. asır Timur imparatorluğu, 15. asrın birinci yarısında Karakoyunlular, ikinci yarısında Akkayonulular, 16. asrın ortalarında Safaviler ve 1588’de Osmanlı-Safavi savaşı sonunda Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Toplam 20 bin kilometrekare genişliğinde toprağa sahip olan Karabağ coğrafyası; Ağdam, Bedre, Terter, Yevlak, Laçın, Kelbecer, Fuzuli, Akcabedi, Delican, Gerus, Zengezor, Noraşin, Beylekan, Kubatlı, Hadrud, Akdere, Şuşa, Hankendi, Askeran, Hanlar ve Cebrail reyonlarından oluşmaktadır. 110 bini Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti diye adlandırılan bölgede, olmak üzere 116.000 Ermeni’nin yaşadığı Karabağ’ın değer kesimlerinde ise 6 bin Ermeni yaşamaktadır. Bu nüfus da toplam Karabağ nüfusunun % 9’unu teşkil etmektedir.
AZRBAYCAN’IN RUS İŞGALI VE ERMENİLER
Osmanlı Devletinin 18. asrın sonlarına doğru güç kaybetmesiyle Rusya, Çar I.Petro dönemine kadar uzanan “sıcak denizlere inme” idealini gerçekleştirmeye yönelik planlarını uygulamaya koyarak Balkanlar ve Türk boğazları ile birlikte önemli stratejik mevki olarak gördüğü Kafkasya ilgilenmeye başladı. Nitekim Çar I. Aleksandr döneminde (1800-1825) Kafkasya’nın işgali gündeme geldi.
Çar I. Aleksandr, Aralık 1801’de Kafkas Orduları Başkumandanlığına General Tsitsianov’yı, atayarak ona “Hazar Denizi”nde yalnızca Rusya’nın bayrağı dalgalanmalıdır” emrini verdi. Kafkasya işgal planını hazırlamaya başlayan Gürcü asıllı General Tsitsianov, geçmişte olduğu gibi Kafkasya’da azınlıkta olan Ermenilerden yaralanarak Azerbaycan topraklarının işgale başladı.
1804’de Gence Hanlığı, ardından 1804-1805’de Bakü ve Nahçıvan hanlık topraklarını işgal eden Rusya, sınırlarını Hazar Denizi’nden Karadeniz istikametine doğru genişletti. Böylece Güney Kafkasya bölgesine yerleşen Rusların, hâkimiyet sahası Aras Nehri’ne kadar ulaştı.
1796 da Karabağ Hanlığı topraklarına giren Çarlık Rus orduları, 10 Haziran 1806 yılında Karabağ Hanı İbrahim Halil’i bütün ailesi ile birlikte katlederek, hanlık topraklarını işgal etti. İran Gacar Devleti yönetimiyle 13 Ekim 1813 yılında imzalanan “Gülistan” antlaşmasıyla, Karabağ topraklarını egemenliği altına alan Çarlık Rus yönetimi, 1822’de Karabağ’daki “Hanlık” yönetim şeklini lağvederek Moskova’ya bağladı.
1825–1826 Rus-İran Savaşları sonucu, İran (Gacar Devleti) Çarlık Rusya’sı arasında; toprakların esas sahibi Azerbaycan Türkleri yok sayılarak 22 Şubat 1828’de imzalanan “Türkmençay” antlaşmasıyla da Aras nehri sınır kabul edilerek Kuzey Azerbaycan toprakları Çarlık Rusya’sına, Güney Azerbaycan toprakları da İran idaresine bırakılarak paylaşıldı.
Gerek İran’la yapılan Türkmençay, gerekse Osmanlıyla yapılan Edirne (14 Eylül 1829) antlaşması hükümleri gereği, bölgedeki Hıristiyan tebaanın koruculuğunu üslenen Rusya, Hıristiyan halkın engellenmeden serbestçe Rus topraklarına göçmelerini sağladı. Ermeni göçlerini teşvik etme amacıyla da 20 yıl süre ile Ermenileri vergiden muaf tutan Çarlık Rus idaresi, İran’dan göçtürülen yaklaşık 70 bin Ermeni’yi, başta Karabağ olmak üzere, Nahçıvan ve Revan/Erivan’a yerleştirmişti.
Uzun süre kendilerini bölgede Müslüman-Türk egemenliğinden kurtaran güç olarak gördükleri Çarlık Rus yönetimiyle iyi ilişkiler içinde yaşayan Ermeniler, Rus ordusu ve devlet hizmetlerinde görev almışlardı. Ermeni kiliseleri, Ermeni şovenizmi ile milliyetçi Ermeni partilerinin maddi ve manevi besin kaynağı rolünü ustalıkla üstenmişlerdi.
Rusya, 1903 yılında Ermeni kiliselerinin mülkiyetinin “Toprak ve Emlak Bakanlığı” emrine verilmesi hakkında çıkarılan kanunla Kafkasya’daki Ermeni kiliseleri kapatılmış ve mallarına el konulmuş, uygulamaya karşı çıkan Ermeni ileri gelenleri Sibirya’ya sürgün etmişti. Bu uygulama kilisenin siyasi kurumlara yardımlarını azaltmıştı. Milliyetçi Ermeni partilerinin finans kaynaklarına ciddi darbe vuran bu uygulama Kafkasya’da Ermeni terörizminin genişlemesinin yanında Türk ve Müslüman karşıtı ruhun yeni bir boyut kazanmasına neden olmuştu. Ermeni kilisesi, bu kanunun aleyhine aynı yıl 29 Ağustos’ta Gence’de, 2 Eylül’de Kars’ta ve Bakü’de, 12 Eylül’de Şuşa’da, 14 Ekim’de Tiflis’te mitingler düzenlemiş terör eylemleri gerçekleştirmişlerdi.
1905 yılında Rusya’da meydana gelen olaylar, Çarlık idaresine karşı hoşnutsuzluk dalgasının güçlendirdi. Ülke genelinde ve Güney Kafkasya’da güçlü bir yankı bulan karışıklıktan Ermeniler ustaca yararlanıyorlardı.
Bu arada Kafkasya Genel Valiliğine atanan Vorontsov Daşkov, Kafkasların ötesinde Rus yönetiminin dayanağı olarak gördüğü Ermenilerle dostluk kurmak gerektiği Çar II. Nikola’ya önerdi. Daşkov’un“Majesteleri biliyorlar ki, Kafkaslarda Türklerle olan ilişkilerimizin tarihi boyunca, Büyük Petro döneminden buyana Rus siyaseti, savaşlarda yanımızda yer alan Ermenilere karşı dostane tutum takınmak doğrultusunda olmuştur” şeklindeki önerisi üzerine Rus Çarlık idaresi, Ermeni politikasında değişiklik yaparak, Ermeni kiliselerinin yeniden açılmasına izin vererek el konulan mallarını iade etti.
ERMENİ MESELESİ
Osmanlı Devleti’ni parçalama projeleri çerçevesinde sunî olarak ortaya çıkarılan “Ermeni Meselesi” aslında Şark Meselesi’nin unsurlarından bir tanesidir. Bu sunî meselenin ortaya çıkmasının başlangıç noktası 1877-78 Osmanlı Rus Savaşıdır. Bu savaş sonunda ağır bir yenilgi alan Osmanlı Devleti, Rusya ile Yeşilköy/Ayestefanos Anlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Antlaşmanın 16. Maddesi, Doğu Anadolu’da Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde hayat şartlarının iyileştirilmesi ve ıslahatlar yapılması hüküm altına alınmıştı.
Rus nüfuzunun Ortadoğu’ya yayılmasından endişelenen İngiltere, sömürgelerinin tehlikeye girmesini önlemek amacıyla duruma müdahale ederek, 1878 yılı Haziran’ında Berlin Konferansı’nı toplamayı başardı. Konferans sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması’na konan 6.madde, Ermenilerin siyaset sahnesine çıkmasını sağladı. Hatta büyük devletlerin her biri bu anlaşma ile Ermeniler için yapılacak ıslahatları denetleme imkânına kavuştu.
İşte bu maddeden hareketle Ermeni Patrikhanesi ve din adamlarının öncülüğünde kurulan Hınçak ve Daşnaksutyun gibi ihtilalcı Ermeni örgütleri, Ermeni halkını tahrik ederek bir dizi isyana teşvik etti. Amaçları, isyanlar sayesinde bölgeyi karıştırmak ve bu suretle büyük devletlerin Osmanlı Devletine müdahale etmesini sağlayarak bağımsız Ermenistan’ı kurmaktı.
1894-1896 yılları arasında Doğu Anadolu’da Ermenilerin gerçekleştirdikleri isyan ve katliamlara Osmanlı Devlet güçlerince son verilmesinden sonra isyan hareketleri organizatörlerinin birçoğu Kafkasya’ya kaçırılmışlardı. Rus yazarı N. Şavrov, 1896 yılında Güney Kafkasya’da 900.000, 1908 yılında ise 1.301.000 Ermeni yaşadığını yazmaktadır. Demek ki, sadece bu dönemde Güney Kafkasya’ya 400.000 Ermeni yerleşmişti. Şavrov’un verdiği bu bilgileri, 1908 yılına ait Rus İçişleri Bakanlığı polis belgeleri de doğrulamaktadır. Belgeler, “Türkiye’deki malum olaylardan sonra Güney Kafkasya’ya yarım milyon Ermeni’nin geldiğini” gösteriyordu.
KAFKASYA’DA ERMENİ TÜRK ANLAŞMAZLIĞI (1905 BAKÜ OLAYLARI)
1905 Rus Devrim hareketleri, Rus İmparatorluğu çapında geniş yankı bulan kitlesel siyasi eylemlerdir. 1905 Moskova Ayaklanması örneğinde olduğu gibi, bazı eylemler doğrudan hükûmeti hedef almıştır. Saldırılar, işçi grevleri, köylü ayaklanmaları ve askeri isyanlar şeklinde gelişmiştir. Olaylar sonucunda anayasal monarşiye geçiş yapılmış ve Çarlık Duma’sı kurulmuş, çok partili seçimler yapılmış, 1906 Anayasası meydana getirilmiştir. Ancak Çarlık rejiminin yıkılması ve bazı bölgelerdeki bağımsızlık yönünde yapılan silahlı ayaklanma girişimleri başarısız olmuş ve bastırılmıştır.
- yüzyılın başlarında Ermenilerin Azerbaycan’a göç ettirilmeleri bölgedeki dengelerin tamamen değişmesine neden oldu. “Büyük Ermenistan” planının uygulanması ile Kafkasya’da pek çok olay meydana geldi. 1905-1906’de olaylarına çok fazla ilgi gösterilmemiştir. Olaylar büyüyerek Kafkasya yayılmış, Ermenilerin “Büyük Ermenistan” yaratmak idealinin ilk aşaması bu dönemde başlamıştır.
Bu olaylar hakkında Azerbaycanlı; Mehmed Seid Ordubadi’nin “Kanlı İller” ve Mir Möhsun Nevvab’ın “1905-1906-ci İller Ermeni Müselman Davası” adlı kitaplarında ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Ordubadi’nin “Kanlı İller” eseri 80 yıldan fazla halktan saklanmıştır. Haşim Bey Vezirov’un “Seda” matbaasındaki yayınından (1911) sonra kitabın, bir daha yayınına ve genç nesillere ulaşmasına izin verilmemiştir. Ayrıca,1895’den itibaren Osmanlı Devlet’inde çeşitli şehirlerde Rus sefirliğinde çalışan, bu şehirlerde Taşnakların gerçekleştirdiği olayların şahidi olan V. Mayevski’nin 1906’da yazdığı, fakat yayınlanmayan “Kafkasya’da Ermeni-Tatar Anlaşmazlığı” makalesi, Kafkasya Askerî İdaresi bir kitapçık halinde ve “çok gizli” ifadesi altında 1915 yılında bu eseri basmıştır. 1905 Olayları ile ilgili olarak Batı’da yapılan yayınlar, dünya kamuoyuna en ağır kayıpları veren tarafın Ermeniler olduğu izlenimini yaratmıştır.
Azerbaycan’da 1905-1906 Ermeni-Müslüman çatışmalarından bahseden Nevvab (1833-1918) “Tevarih-i Rezm ve Şurişi Tayife-i Erameniye-i Gafgaz ve Firgey-i Müselman” eserinde; 1905-1906 yıllarında, Ermeni komitelerinin Azerbaycan Türk halkını hedeflemesi sonucu meydana gelen olayları yazmıştır. Nevvap eserinde; 1903-1904 yılları arasında Karabağ’ın Şuşa ve diğer şehirlerinde Ermenilerin, Azerbaycan Türklerine yönelik terör eylemleri ile ilgili yaşananlar hakkında bilgi verilmiştir. Nevvab, “Çarın emriyle silah taşınmasının Azerbaycan Türklerine yasaklandığını, ancak bundan faydalanan silahlı Ermeni çetelerinin silahsız Azerbaycan Türklerini kolayca yakalayıp öldürdüklerini” ifade etmiştir.
Eserinde, “Ermeni milliyetçilerinin önce Osmanlı Devleti’nde daha sonra Rusya’daki şehirlerde özel teşkilatlar kurduklarını, buraya aydınlar, gençler, sanatçılar, Ermeni toplumunun diğer temsilcilerinin” getirildiğini anlatan Nevvab, Azerbaycan Türklerine ve Osmanlılara karşı tebligatlar, tahribat, suikast ayrıca silahlı çatışmalarda kullanılmak için gereken savaş malzemelerinin Çar memur ve subaylarından rüşvetle ele geçirilmesi amacıyla zengin Ermenilerden para toplanması sayesinde gerçekleştiğini kaydetmiştir.
Nevvab, 1905’den önce Azerbaycan Türkleri ve Ermeniler arasındaki ilişkiyi de şöyle aktarmıştır:
“1260 (1844) tarihinde İsaballı adında bir Ermeni başka Ermenilerle birlikte Azerilerle alay eder; Azerilerin olaydan haberi olur olmaz dükkânlarını kapatıp Han Bağı’na giderler ve şehrin hâkimi Caferkulu Han’ı kaleye getirirler. Şehirde büyük bir çatışma patlak verir ve herkes hâkimin tarafını tutar. Bu durumdan paniğe kapılan hâkim Azerileri sakinleştirmeyi çok ister, ancak bu mümkün olamaz. Olayların durmasını sağlamak için Şuşa’da olan şehrin diğer hâkimi Alabey’i getirir; Alabey atı ile meydana girdiği sırada halk onu arasına alır. Mir Hadi adındaki bir seyid, Alabey’i atından çekerek yere indirir. Ermenilerin tamamı dükkânlarından çıkarak kaçarlar. Kimi dükkânı kapatır, kimi kapısını kapatır, kimi de bunlara fırsat bulamayıp kaçar. Uzak görüşlü Müslümanların bir kısmı, kaçan Ermenilerin bazılarını evlerine alarak onları koruyup, sakinleştirmeye çalışırlar. Cahil Müslümanlar ise kaçan Ermenileri takip ederek onlara saldırırlar. Özetle şehrin hâkimi bir şekilde Müslümanları sakinleştirerek, Ermenileri büyük bir felaketten kurtarır.”
1904 yılında Ermeniler, Türklerle beraber yaşayamayacaklarını anlayarak faaliyetlerini gittikçe arttırdılar. Azerbaycan Türklerini her yerde sıkıştırarak, onları yıldırmaya çalışırlar. Mahallî hükümet ise, küçük suçlarla ilgilenmekte ve önlem alıp engellemekten uzaktı. Mahalli idarenin bu tutumu, birbiriyle dostluk ilişkilerini kesmiş iki milletin karşı karşıya getirilmek istendiği anlaşılmaktadır. Ermenilerin bir kısmı, bu gelişmeleri desteklememekle birlikte, “güçlü ve etkili” çatışmaların bugün başlamasının, yarın başlamasından daha iyi olacağı görüşünü benimsiyorlardı.
2 Şubat 1905’te Kuba’nın Sabuncu köyünden Ağarıza Babayev adında Türk, Kuba Meydanı’nda faytonla giderken, Ermeni komitecileri tarafından öldürüldü. Bu haber, Babayev’in akraba ve kardeşlerine, dostlarına ve tanıdıklarına, dolayısıyla da Bakü’ye çok yakın olan Balahana-Sabuncu sanayi merkezine süratle yayıldı. Babayev’in öldürülmesinden kısa bir süre sonra küçük gruplar halinde caddelere çıkan Azerbaycan Türklerine, Ermeni evlerinden ateş açıldı. Silahsız Türkler de dağılarak, silahlanmaya çalıştılar. Artık ok yaydan çıkmış, olayların önünü alabilmek mümkün değildi. Kan akıyor, pek çok da masum kurban veriliyordu.
Mehmed Seid Ordubadi ise, “Kanlı İller” adlı eserinde Şubat olaylarını şöyle anlatmaktadır:[3]
Bakü Mihail Hastahanesi’nin verdiği bilgiye göre, 6 Şubat’ta 18 kişi ölmüş, 33 kişi de yaralanmıştı. Bunların arasında 6 Rus, 34 Azerbaycan Türkü, 6 Ermeni ve 5 kişi de başka milletlerdendi. 7 Şubat’ta ölen ve yaralananların sayısı 100’e ulaştı. 7 Şubat’ta Kazaklardan 20 kişi, 10’ar kişilik guruplar halinde Şamahinski ve Bazar’da bulunuyordu. Saat 24:00’de şehrin durumu kötüleşti. Gönüllü Azerbaycan Türkleri büyük bir cesaretle düzenli birliklere karşı savaştılar. Türkler ise Ermenileri yeri geldikçe himaye edip koruyorlardı. Bu sırada hükümet her yere 10 kişiden ibaret bir bölük asker gönderdi, fakat bu umulan neticeyi sağlamadı.
“Kanlı İller” adlı esirinde, olaylar sırasında kadınların da aynı coğrafyada birlikte yaşadıkları Ermenileri koruduklarını anlatarak, “3 Türk kadını 50 Ermeni’yi 4 gün boyunca saklayarak, doyurduklarından” bahseden Mehmed Seid Ordubadi, şunları kaydetmiştir:
“Krasnovodsk ve Surahanski caddelerinde, kilisenin yanında ve Bolşaya Morskaya caddesinde çatışmalar bütün şiddetiyle devam ettiği sırada, Azerbaycan Türkleri birçok Ermeni’yi korudu. 195 numaralı evde Akim İsayeviç’in kendisi ve ailesi korunarak ölümden ve talanlardan kurtuldu. Onları koruyan Ağakişi Aliyev ve Aliyev’in kardeşi Hüseyin Kulu Kerbelayı Abdula oğlu idi. Bu konuda Ermeniler memnuniyetlerini imzalarıyla göstermişlerdi: Mikayıl Artyomyans, Babacanov Sarkis Mihayeviç Ovenesov gibileri, çatışmaların yoğun olarak yaşandığı yerlerden biri olan Malakan bağının (bahçe) çevresi idi. Ağadadaş Veliyev’in evinde birçok Ermeni saklanmaktaydı. Bunlardan biri de Arşak Durniyans adında bir Ermeni idi. Arşak Durniyans lisede okuyan iki çocuğu ile birlikte burada kalıyordu. Aynı Ermeni ailesi, komşuları Hüseyinkulu Mahmudov ve Meşedi Henife Caferov tarafından da koruma altına alınmıştı. Burada kaydedilecek bir durum şudur ki, aynı mahallede kocasız, sahipsiz Müslüman kadınları çatışan gurupların karşısına çıkıp komşu Ermenilerin mal-mülk ve canlarını korumuşlardır. 6 Şubat’tan itibaren Arşak Durniyans’tan başka Stephan Avedisov, Arzumanovlar vb. korundular. Amcasının oğlu olan Ağarıza Babayev’in Ermeniler tarafından öldürülmesine rağmen bir Türk ailesi, Davud Ohenesov’un bütün ailesini ve başka Ermenileri saklayarak ölümden kurtardı.
8 Şubat’ta Mirza Aramyants’ın mağazasının malları yağmacılardan alınıp, arabalarla polis merkezine koruma amacıyla götürüldü. Saat 22:00’ye doğru Surahanski, Voronsovski caddelerinden Aslanov’un evine gelip üç-dört evi yakıp talan etmek isteyenler engellendi. Bu caddelerin köşesinde ve bulvarlarda yağmalar bütün şiddetiyle devam etti.
9 Şubat’ta öldürme ve yağmaların sayısı arttı. Ermeniler artık zengin Ermenilerin evlerinde toplanarak pencerelerden ve damlardan ateş açmaya başladılar. Bakü petrollerinden milyonlar kazanmış olan Mantaşev Mirzabekyan, Ter-Gukasov, Melikyants, Şahbazyan gibi meşhur zengin Ermeniler faaliyetlerini el altından yönlendirmekteydiler. 6 Şubat’ta başlayan Bakü olayları 10 Şubat’a kadar aralıksız devam etti. Balahani’deki petrol rafinerilerinde de karışıklıklar meydana geldi.
Taşnaklar, Türkleri öldürmek, mallarını yağmalamak, evlerini, iş yerlerini yakmak üzere ortaya çıkmışlardı. Komitacı Nikol askeri eğitim almış Tuman adlı bölüğü ile Bakü’ye gelmiş ve Türk mahallelerine saldırarak, pek çok evin yakılıp yıkılmasına ve çok sayıda Türkün ölümüne sebep oldu. Ermenileri sakinleştirmek amacıyla harekete geçen Bakü Valisi Nakaşidze’yi ölüme mahkûm etmiş, bunu gerçekleştirmek üzere de “Dro” olarak bilinen Drastamat Kanayan adlı bir çete reisi tarafından 15 Mayıs 1905’te atılan bir bomba ile öldürülürken aynı gün General Alihanov da öldürüldü.
Güney Kafkasya’da Ermeni ve Azerbaycan Türkleri arasındaki ilişkilerin esası, A. Griboyedov’un, Knez Argutyan’ın, General Lazarev’in, General Ter-Gukasov’un yardımlarıyla Ermenilerin geçici olarak Bakü’de, Karabağ’da, Şamahı’da, Nahçıvan’da, Gence’de vb. yerlerde yerleştirilmeye başladığı zamanda atıldı. Azerbaycan Rusya’nın hâkimiyeti altına girdikten sonra Ermeniler, Çar idaresi ile yerli Türkler arasında bir çeşit aracı durumuna gelip, itibar kazanarak devlet hizmetine alındılar. Çarlık Rus idaresinin temsilcileri genelde Azerbaycan Türklerine güvenmemekte onlara düşman olarak görüyorlardı. Türk halkını Rus ordularıyla savaşan; dil, din, gelenek ve görenekçe yabancı, asimilasyona mukavemet gösteren, kendi bağımsızlığını silahla korumaya hazır bir halk olarak görmekteydi. Bu durum, Ermeniler tarafından tahrik edilerek, idarecilerin Türk halkını küçük görmesine, komite başkanlarının Azerbaycan Türklerine karşı nefreti sonucunda kanlı olayların meydana gelmesine sebep oldu.
Ermenilerin Güney Kafkasya’da başlattıkları terör, bütün Rusya’da huzursuzluk yarattı. Halk, sürekli St. Petersburg’a giderek Ermeniler hakkındaki şikâyetlerde bulunuyorlardı. Çar, anlaşmazlıkların giderilmesi için Kafkasya’da genel bir sıkıyönetim ilân etti ve bütün bakanlıkların katılmasıyla Temyiz Mahkemesi Reisi Senatör Kuzminski’nin başkanlığı altında 60 kişilik bir heyeti, 6-10 Şubat Bakü olayları için 2 Mart 1905’de Bakü’ye gönderdi. Kuzminski başkanlığındaki bu heyetin üç ay süren tahkikat çalışmaları sonucu hazırlan iki ciltlik raporu Çar Nikola’ya gönderdi. Raporda ayrıca, Osmanlı sınırından geçerek gelecek olan Ermeni çetelerinin yakalanması için gerekli tedbirlerin alınması da tavsiye edilmekteydi.
Azerbaycan Türkleri, dinleri ile ilgili olarak hükümette haklarında oluşan menfi fikrin değiştirilmesini, imparatorlukta yaşayan diğer milletler gibi Müslümanlara da siyasî haklar tanınmasını istiyorlardı. Bakü’de Türkler her zamana egemen halktı. Ermeniler ise Bakü’ye petrol sanayisinin kurulmaya başladığı zaman yani takriben 1870’li yılların başında nüfuz etmeye başlamışlardı. Ancak 1890’ın sonlarından 1900 yılının başlarına kadar Bakü Devlet Bankası’nda Ermeniler çoğunluğu ele geçirdiler. Mantaşev, Lalayan, Adamyan, Ter-Gukasov, Aramyants vb. gibi belli başlı Ermeni zenginleri ortaya çıkmaya başladı. Bunlar Nobel ve Rothschild gibi uluslararası kapitalle yarışacak hale geldiler. Petrolden kazandıkları ile büyüyen bu Ermeni zenginler paralarını millî Ermeni partilerini (Hınçak, Taşnaksutyun vb.) maddî olarak desteklemek için kullandılar. Bu tarz bir gelişme Gürcistan’da da yaşandı ve Mantaşev ve Arakelov gibi Ermeni zenginler, Gürcü topraklarını ve hatta kiliselerini satın alarak bu topraklara Osmanlı Devleti’nden göç eden Ermenileri yerleştirdiler.
1905-1906 olaylarından sonra Erivan ve Elizavetpol (Gence) eyaletlerinde 200’den fazla Azerbaycan Türküne ait yerleşim birimi yok edildi, nüfus ise öldürülmek suretiyle kıyıma tâbi tutuldu. Sayısal veriler, 1905-1906 yılları sırasında Erivan bölgesinde mevcut olan 1.301 köyün 959’unda, Zengezur kazasında da 406 köyün 314’ünde Türklerin yaşadığını göstermektedir. O dönemde Erivan Eyaleti ve Zengezur’daki 1.273 Türk köyünden bugün, Nahçıvan kazasının dışında Azerbaycan Türkü kalmadı.
I.DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA ERMENİLER
I.Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılına geçen dönemde artarak devam eden bu olaylar Müslümanlarla Ermeniler arasındaki güven ortamını büyük oranda tahrip etti. Savaşın başlamasıyla Ermeniler, Rusya’da oluşturdukları gönüllü taburlarla Osmanlı ordusuna karşı savaşmaya başladılar. Ayrıca Anadolu’da kurdukları çetelerle ordunun cephe gerisini zayıf düşürmeye başladılar.
1915 Şubat’ında Van, Muş ve Bitlis vilayetlerinde Müslüman ahalinin katledilmesi ile başlayan olaylar üzerine İttihat ve Terakki Hükümeti, Ermeni tehlikesine karşı önlemler almak üzere harekete geçti. 24 Nisan 1915’te İstanbul’da ihtilalcı faaliyetlere öncülük ettikleri bilinen, 2.345 Ermeni tutuklandı. İşte Ermenilerin her yıl ‘soykırım günü’ olarak çeşitli etkinlikler düzenlediği tarih bu tutuklama gününün yıl dönümüdür. Ermenilerin tehcirine ilişkin kanun ise 27 Mayıs 1915’te kabul edilerek 1 Haziran 1915 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Osmanlı Devleti, ölüm kalım savaşı verdiği bir dönemde cephelerin güvenliği ve asayişin sağlanması adına böyle bir karar almak zorunda kalmıştır.
20.yüzyılın başlarında Güney Kafkasya’da, özellikle de şimdi adına Ermenistan denilen ülkenin topraklarında, Azerbaycan Türklerine karşı yapılan katliamların senaryosu, Ermenilerin 19. yüzyılın sonlarında Doğu Anadolu’da yaptıklarının katliamların bir benzeriydi. Onlar daha önce bunu Anadolu’da uygulamalarıyla tecrübe etmişlerdi.
GÜNEY KAFKASYA’DA SOVYET DÖNEMİ
- yüzyılın sonunu ve 20. yüzyılın tamamını Çarlık ve Sovyetler Birliği yönetimi altında geçiren Azerbaycan Türkleri sürekli olarak “Yaşadıkları topraklardan çıkartılma, kendi toprakları üzerinde kurulmuş Ermeni Devleti lehine, toprak kaybı ve özellikle Ermenilerin etnik temizleme uygulamalarıyla yüz yüze kalmışlardı.” Bu dönemde yaklaşık 2 milyon Azerbaycan Türkü, Rus ve Ermeni katliama uğrayarak, yurtlarını terk etmek zorunda kalmıştı.
Bu sırada Çarlık Rus idaresinin 1917 Ekim devrimi sonucu devrilmesi sonucu ülke genelinde teşkilatlanan Lenin liderliğindeki “Bolşevikler” ile Mortav liderliğindeki “Menşevikler”, Kafkasya’da özellikle Bakü’de faaliyetlerini hızlandırmış, Ermeni Taşnaksutyun Partisi liderleri ile işbirliği içerisine girmişlerdi. Rus Bolşevik devrimi, Kafkasya’da siyasi durumu kökünden değiştirmişti. Bolşevikler, “barış bildirisi” ve “Rusya Halklarının Hukuk Beyannamesi” yayınlanmasından sonra Azerbaycan’a karşı tutumu değişmişti. Özellikle Bakü’nün petrol sanayi merkezi olması nedeniyle Bolşevikler her hangi bir yolla Azerbaycan’ı ele geçirmek ve kontrol altında tutmak istiyordu.
Osmanlı Devleti topraklarından kaçan Ermeniler, Rus ve İngilizlerin yardımlarıyla ile günümüzdeki Ermenistan Batı Azerbaycan topraklarına (Ermenistan) yerleşerek, Azerbaycan Türklerine karşı katliamlara girişmişlerdi.
1905 yılı kargaşa ortamında Rusları da yanlarına alan Taşnak Komitesinin, katliam ve tehdidine karşı, Azerbaycan Türkleri de aynı yılın Sonbahar’ında Gence’de DİFAİ (savunma) adıyla bir teşkilat kurmuşlardı. Ahmet Ağaoğlu’nun da kurucular arasında bulunduğu bu teşkilat, bir taraftan Türklere yönelik Ermeni katliamlarından Bolşevik Rus idarecilerini sorumlu tutmuşlardı.
Ermeni-Türk çatışmalarının ilki Bakü’de yaşandı. 1905 Şubat’ı başlarında bir Türk’ün hapishaneye götürülürken Rus alayında görevli bir Ermeni tarafından öldürülmesi ile başlayan çatışmalar, 4 gün sürdü. Taşnak lideri Nikol Tuman Balayan tarafından yönetilen Ermeniler, Rus ordusunda görevli Ermeni askerlerin depolardan sağladıkları silah ve cephaneyle giriştikleri çatışmalar sırasında Bakü valisi başta olmak üzere, birçok devlet görevlisi ile çok sayıda Türk öldürüldü. 20-21 Şubat’ta Erivan’da, Mayıs’ta Nahçıvan’da tekrarlan atışmaların en kanlısı 15–18 Kasım’da günleri arasında Gence’de, 21 Kasım’da Tiflis’te yaşandı. Daha sonra da Karabağ ve Şuşa’da devam eden çatışmalar sırasında 158 Türk-Müslüman köyü Ermeniler tarafından basılıp yağmalanarak, yakılıp yıkıldı. Çatışmalarda çoğunluğu Türk- Müslümanlar olmak üzere 3100 ile 10 bin arasında insan hayatını kaybetti
GÜNEY KAFKASYA’DA TÜRK KATLİAMLARI
Mart 1918’de Rus ve İngiliz askerlerinin yardımı ve bölgenin Kürt aşiretleriyle işbirliği yapan Ermeniler, Güney Azerbaycan’da (İran) Urmiye, Hoy, Salmas ve Maku kentlerinde binlerce Türk’ü katlettiler. Ermeni çetebaşı Marşimon, İsmail Ağa tarafından öldürülmesi ile Güney Azerbaycan topraklarından çekilen Ermeniler, katliam ve soykırımlarına Kuzey Azerbaycan’da sürdürdüler.
5 Mart 1918’de Bakü’de başlayan ilk silahlı çatışma başka bölgelere de yayıldı. Özellikle de Erivan, Zengezur ve Gökçe bölgelerinde yaşayan Azerbaycan Türkleri için büyük tehlike ortaya çıktı. Antranik’in komutasındaki Ermeni silahlı çeteleri Gökçe bölgesinde; Çamırlı, Medine, Anağızoğlu, Kışlak, Gulalı, Küsecik, Alçalı, Küçük Karakoyunlu ve Delikardeş köylerine hücum ederek pek çok Türk-Müslüman’ı katlettiler.
Ermeniler, bağımsızlığını ilan edene kadar Taşnak komitelerinin silahlı birlikleri, daha sonra da resmi hükümet ordusu bölgedeki Azerbaycan Türklerini katletmeye sürdürdüler. Bu katliama katılan Yarbay Vahram “kahramanlığını” şöyle ifade etmişti;
“Ben hiçbir şeyin farkına varmadan Basarkeçer ahalisini mahvettim. Ancak bazen kurşunları kullanmak istemiyordum. Bu köpekleri öldürmenin en kolay yolu şudur ki, savaş sonrasında sağ kalanların hepsini kuyuya atıp üzerlerine ağır taşlar atmak gerekiyor ki, onlar sağ kalmasınlar. Ben de aynen böyle yaptım. Bütün erkekleri, kadınları ve çocukları kuyulara attım, kuyunun ağzını taşlarla kapatarak onları ölüme terk ettim”.
1917 Mayıs ihtilâlinde Bolşevikler iktidarı ele geçirince Kafkasya’daki halklar da, (Gürcü, Ermeni ve Türk) kendi kaderlerine sahip çıkmak için harekete geçerler. Sonuçta, 28 Kasım 1917’de Gürcü Menşeviklerin liderliğinde Merkezi Tiflis olmak üzere “Mavera-yi Kafkas Komiserliği”ni (bir nevi federasyon).oluşturdu. Kafkasya’nın en yüksek hâkimiyet organı olması beklenen bu komiserlik üyeleri arasında “Kafkasya’nın dış politikası” konusunda büyük bir anlaşılmazlık ortaya çıktı. 22 Nisan 1918’de “Kafkasya Bağımsız Federe Devleti” ilân edildiyse de, taraflar arasında çekişmelerin devam etmesi üzerine, bozulur. 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Türkleri, Gürcüler ve Ermeniler, ayrı ayrı bağımsız devletlerini kurarak ilan ettiler. Revan’da (Erivan) kurulan Taşnak Ermeni Hükümeti 1918’de; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonucu imzalanan Yeşilköy/ Ayastefanos Antlaşması ile Rusya’ya tek edilen Kars vilayetinin ve Erivan eyaletinin bir kısmını müttefik ordulardan almayı başararak sınırlarına katmıştır.
1918’de Kafkasya konusunda Türkiye, İngiltere ve Almanya arasındaki anlaşmazlığı fırsat bilen Büyük Cani Antranik, Zengezur’a saldırdı. Ermeni saldırıları ve katliamlarına hazırlıksız yakalanan Zengezur bölgesindeki köylerin halklarından kaçarak kurtulabilenler; Karabağ, İran ve Erivan’a giderek canlarını kurtarabildi. Eylül ayında Zengezur üzerine Ermeni hücumları yeniden başladı. Rut, Darabe, Agadu ve Bagudı köyleri tamamen dağıtıldı. Arkhalı, Şyagur, Melikli, Pulkent, Şeki, Kızılcık köyleri ise zarar gördü. Bu köylerde toplam 500 kişi Ermeniler tarafından öldürüldü. 1918 yılı sonlarına gelindiğinde Zengezur bölgesinde, Azerbaycan Türklerinin yaşadığı 115 köyde; 2276 kadın, 2196 çocuk, olmak üzere toplam 7739 kişi Ermeniler tarafından katledildi.
Antranik Ozanyan, Khmbapet, Dro (Drastamat Kanayan) ve Hamazasp komutasındaki silahlı Ermeni çeteleri yüzlerce Türk köyünü yakıp yıkmış, halkını katletmiş ve zorla göç ettirmişti. Ağustos 1918’de Iğdır ve Eçmiadzin’de 60 köy, Dro’nun silahlı çeteleri tarafından yağmalandı. 1918–1920 Taşnak iktidarı döneminde Ermenistan’da yaşayan 575.000 Azerbaycan Türkünün 565.000’i katledilmiş veya zorla göç ettirilmişti. Bazı Ermeni araştırmacıları da bu verileri onaylamaktadır: “1920’de Sovyet Hükümeti, Taşnakların yürüttüğü politika sonucu burada 10.000 kişiden biraz fazla Türk kalmıştı. 1922’de 60.000 göçmen geri döndükten sonra Azerbaycan Türklerinin sayısı 72.596 kişi ölmüştür” açıklamasını yapmıştı.
1918-1920’de Azerbaycan Türklerinin katledilmesi veya zorla göç ettirilmesi 1905 katliamının devamı idi. Bu süre zarfında Ermeniler ciddi bir teşkilatlanma sürecine girmiş, silahlanmış ve propaganda faaliyetlerini genişletmişti. 1918’de Ermenistan Cumhuriyetinin kurulmasıyla, Ermenilerde milli kimlik ve devlet anlayışı ivme kazandı. İki yıllık (Mayıs 1918-Kasım 1920) Taşnak iktidarı zamanı Azerbaycan Türklerinin % 60’ı öldürüldü.
Bolşevik Ruslar, Azerbaycan Türklerinin Rusya’dan ayrılarak, bağımsız bir devlet olmak hususundaki faaliyetlerini önlemek amacıyla Ermeni asıllı Stepan Şaumyan’ı tam yetkili olarak Bakü’ye gönderdiler. Bakü’ye tamamen hâkim olmak isteyen Bolşevik Şaumyan, Taşnak çeteleriyle de birleşerek 31 Mart-1 Nisan 1918’de yalnızca Bakü’de 25 binden fazla Azerbaycan Türkünü “Pantürkist ve İnkılâp karşıtı” oldukları iddialarıyla katletti. Bu geniş çaplı katliamlar sadece Bakü’de değil, Gence, Şamahı, Guba, Zengezur, İrevan, Basarkecer ve Azerbaycan’ın diğer bölgelerinde gerçekleştirildi. Öldürülenlerin sayısı 60 bin kişiye ulaşmıştı.
SOVYET DÖNEMİNDE KARABAĞIN STATÜSÜ
Tarihi süreç içinde 28 Mayıs 1918’de kurulan İlk bağımsız Türk Cumhuriyeti olan Azerbaycan Cumhuriyeti, Kızıl Ordu’nun 27 Nisan 1920 yılındaki kanlı işgal darbesiyle yıkıldı. Yerine Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.
Ermeni Bolşevik önder Anastas İvanoviç Mikoyan, Karabağ’ın Bakü’ye bağlanmasını istedi. Bu doğrultuda Azerbaycan Komünist Partisi’nin oluşturduğu üç kişilik heyetin yaptığı araştırma ve incelemelerden sonra sunduğu rapor doğrultusunda 30 Haziran 1921’de Karabağ Özerk Bölgesi, kuruldu. Sovyet lideri Stalin’in 24 Temmuz 1923’de ilan ettiği “Dağlık Karabağ Sovyet Sosyalist Özerk Bölgesi”, Azerbaycan Sovyet Cumhuriyetine bağlı olarak varlığını, 1989 yılına kadar sürdürdü.
Azerbaycan toprakları içinde yer alan ve nüfusunun büyük çoğunluğu Türklerin oluşturduğu Dağlık Karabağ bölgesinin demografik yapısı, 9. yüzyıldan itibaren Rusya tarafından sistemli bir şekilde Ermeni nüfus yerleştirilerek değiştirilmişti. 1989 yılında Karabağ Özerk Bölgenin nüfusunun; 145.593 Ermeni (%76,4), 42.871 Azerbaycan Türk’ü (%22,4), geri kalan nüfusun % 1,2’si ise Kürt (Yezidiler dâhil), Rus, Rum, Süryani den oluşuyordu. Ermenistan’ın Karabağ’ı kendi sınırlarına katma isteğini açıklamasının ardından 1988’de çoğunluğu ellerinde bulunduran Karabağ özerk Cumhuriyeti parlamentosu, Azerbaycan’dan ayrılma ve Ermenistan ile birleşme kararı alıp, Ağustos 1989’da kendi ulusal yönetim konseyini seçtiler. Bunun üzerine Azerbaycan parlamentosu da Karabağ’daki özerklik statüsünü kaldırması üzerine 1990 yılının başlarında taraflar arasında başlayan çatışmalar giderek savaşa dönüştü.
Dağılma sürecindeki Sovyetler Birliği’nde halklar/milletler, bir birleri ardına bağımsızlıklarını ilan ettiği 1991 yılında Ermeniler, Rusya tarafından boşaltılan üslerden elde ettiği ağır silahlar, savaşta dengenin Ermenistan’dan yana ağır basmasını sağladı. Ermenistan silahlı kuvvetleri, 1988’den ateşkesin yapıldığı 12 Mayıs 1994 tarihine kadar devam eden savaşta; Azerbaycan topraklarının %20’sine tekabül eden, Dağlık Karabağ’ın tamamı ile çevresindeki Azerbaycan’ın Şuşa, Lâçin, Kelbecer, Ağdam, Fuzuli, Cebrail ve Zengilan reyonlarını (ilçelerini) işgal etti.
1992 yılının 18 Şubat’ında Hocavend’i, 25/26 Şubat’ında Hocalı’yı, 26 Şubat’ında Şuşa’yı, 18 Mayıs’ında Laçin’ı, işgal eden Ermeniler, 1993 yılının; 4 Nisan’ında Kelbecer’i, 23 Temmuz’unda Ağdam’ı, 24 Ağustos’unda Fuzuli’yi, 27 Ekim’inde Zengilan’ı, 26 Ağustos’unda Cebrayil’i ve 31 Ağustos’unda da Kubatlı’yı işgal etmişlerdi. BM ve birçok uluslararası kuruluşun, Karabağ’daki işgale son vermelerini dile getirmelerine rağmen Ermeniler, bu işgallerini sürmektedir.
20 OCAK 1990 BAKÜ KATLİAMI (Kanlı Yanvar)
1980’lerin sonlarına doğru Rus Sovyet İmparatorluğu artık çöküş sürecine girmişti. SSCB lideri Mihail Gorbaçov, imparatorluğu kurtarmanın yolunu bağımsızlık mücadelesi veren cumhuriyetlere gözdağı vermekten geçtiğini düşünmekteydi. Fakat Azerbaycan Türkleri artık bağımsızlık mücadelesini ölümle, kanla olsa da gerçekleştirme çabası içindeydi. Sokaklar ve caddeler yüz binlerce göstericiyle doluydu. Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesi özellikle Bakü Devlet Üniversitesi ile Azerbaycan Layiha Enstitüsü öğrencilerinin öncülük ettiği ve Ebülfeyz Elçibey önderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi (AHC) yürütülüyordu. .
Azerbaycan’da “Çenlibel”, “Bağımsızlar”, “Yurt Birliği”, “Kale” ve “Varlık” gibi çok sayıda gizli örgütün tün bir araya gelerek oluşturduğu Azerbaycan Halk Cephesi (AHC), Azerbaycan’ın bağımsızlığını ve bütünleşmesini hedeflemekteydi. AHC önderliğindeki Azerbaycan halkı, 31 Aralık 1989’da Azerbaycan halkı, Güney Azerbaycan (İran) ile Kuzey Azerbaycan arasındaki dikenli telleri sökerek, , SSCB-İran sınırını fiilen ortadan kaldırması, bağımsızlık yolunda atılan adımların bir göstergesiydi.
18 Mart’ta Dağlık Karabağ Eyalet Komitesi, bölgenin Ermenistan’a bağlanması kararı almıştı. Ermeniler, Azerbaycan sınır köylerine saldırılar düzenlenerek Türkleri öldürüp, rehin alıyorlardı. Olaylar karşısında Sovyet TASS Ajansı, tek taraflı olarak gerçekdışı bir tutum sergilerken, ABD Senatosu, tavsiye mahiyetinde Karabağ’ın Ermenilere ait olasını Gorbaçov’dan istiyordu. Bütün Batılı ülkeler de, bir anda Ermenilerin yanında yer aldıklarını çekinmeden beyan etmeye başlamışlardı. Bu durumdan cesaret alan Ermeniler, baskın ve terör faaliyetlerini her geçen gün, artırarak sürdürüyorlardı.
Aynı günlerde Bakü’de gergin olaylar yaşanmaktaydı. 14 Ocak’ta Bakü’de, dış güçlerin ve KGB’nin tertiplediği kışkırtmalar sonucu bazı grupların şehrin belli bölgelerinde düzenledikleri yürüyüşler esnasında 60 kişi hayatını kaybetmişti. Bir Türk’ün başının Ermeniler tarafından başının balta kesilerek öldürülmesini fırsat bilen KGB kışkırtıcı ve ajanların kışkırtmaları sonucu çıkarılan olaylarla polis ve AHC’ni suçlu göstermişlerdir. Bu arada Kızıl Ordu Birlikleri harekete geçirilerek, Bakü’nü çevresinde konuşlandırılmış ve saldırı için emir beklemekteydi.
Takvim yaprakları 16 Ocak 1989’u gösterdiğinde, Azerbaycan’da gerginlik son haddine ulaşmıştı. AHC aralıksız toplantı, gösteri ve yürüyüşler düzenleyerek mevcut hükümeti uyarmaya ve halkın sesini duymaya davet etmişti.
Azerbaycan Halk Cephesi, 17 Ocak’ta Bakü’de bir milyonun üzerinde kişinin toplandığı bir miting düzenlenerek; “Gasp edilmek istenen halkların, istikrarın temin edilmesini, asayişin sağlanması ve ülke düzenini bozanların cezalandırılmalarını” istemişti.
19 Ocak 1990 tarihine kadar meydanı boşaltmayan Azerbaycan halkın, “hür iradeye sahip olma kararlılığı” doruk noktasına ulaşmıştır. AHC dalga dalga akın ederek Azatlık Meydanı dolduran kitleye hâkim olmamakta ve kontrol altında tutmakta zorlanıyordu. Saatler 19: 27’yi gösterdiğinde Azerbaycan Devlet televizyonu, SSCB KGB’si tarafından bombalandı. Azerbaycan halkı, o gün Moskova yönetimi tarafından ilan edilmiş olan olağanüstü hal kararından habersiz kılındı. Dönemin Sovyetler Birliği Başkanı Mihail Gorbaçov’un sivil halka ateş açması talimatıyla; 19 Ocak’ı 20 Ocak’a bağlayan gece saat 01.00’da, Bakü çevresinde konuşlanmış Sovyet Ordu kuvvetleri, Ermeni Taşmaklarının propagandaları Bakü’de örneği görülmeyen kanlı bir katliam gerçekletirdiler. Modern silahlarla teçhiz edilmiş, Acıma merhamet duygusundan mahrum Kızıl Ordu birlikleri karadan, havadan ve denizden Bakü’ye girerek, korumasız ve silahsız halkın üzerine ateş açarak, kadın, çocuk, yaşlı halkı katletmişlerdir.
Resmi bilgilere göre bu katliamda 37’si asker olmak üzere 171 kişi şehit olurken, 80’nı asker, 850 kişi de yaralanmıştır. Azerbaycan Halk Cephesi faal 76 üyesiyle halktan 400 kişi de gözaltına alınıp tutuklanarak, Rusya’nın çeşitli yerlerinde hapsedilmiş, olayda kaybolan 48 Azerbaycan vatandaşının akıbetinden haber alınamamıştır.
20 Ocak günü herkes yakınlarını ve dostlarını aramak için sabahın erken saatlerinde sokak ve meydanlara inmişti. Bakü ve Sumgayıt’ta Rusların açtığı ateş sonucu delik-deşik edilmiş binalar, Azatlık Meydanı’nda öldürülmüş, tank paletleri altında ezilmiş insanlar, kana boyanmış caddeler akıl bir korkunç bir manzara arz ediyordu. Azerbaycan’ın özgürlüğü uğruna mücadele edenler hunharca katledilmiş, Bakü savaş meydanına, sokaklar ise kan gölüne dönüşmüştü. Kan rengindeki karanfiller, şehitlerin üzerini kırmızı bir örtü gibi örtmüştü.
20 Ocak sonrası Azerbaycan Türklüğünde milliyetçilik ruhunun güçlenmesi, Güney Azerbaycan’da Rus ve Ermenilere yönelik protestoları doruk noktaya ulaştırdı. Tahran’da eğitim gören Güney Azerbaycanlı öğrenciler, Ermeni karşıtı kampanya başlatarak, Tahran Ermenistan Büyükelçiliği’nin önünü protesto sahnesine çevirdiler. Kuzey Azerbaycan bağımsızlığı, Güney Azerbaycan aydın, öğrenci ve üniversitelilerinde derin bir öze dönüş, etkisi bırakmıştı.
20 Ocak Bakü’de ve Azerbaycan’ın diğer bölgelerinde gerçekleştirilen katliamlar, Azerbaycan halkının bağımsızlık mücadelesini durdurmak üzere planlanmış eylemlerdi. Fakat olay sonrasında Azerbaycan Türklerinin gösterdiği mücadele örneği, onların bağımsızlık yolundaki adımlarını engellenemeyeceğini ortaya koymuştur.
26 Şubat 1992 HOCALI SOYKIRIMI
Hocalı soykırımı adını her duyduğumda ister istemez Cengiz Mustafayev’i hatırlarım. Dünya kamuoyu ve biz hepimiz “Hocalı Soykırımı”nı onun kamerasından görüp öğrendik. Kamerasının arkasında ağlaya-ağlaya bütün detayları kaydedip Türk ve dünya kamuoyuna duyuran Cengiz Mustafayev’in cesareti, zekâsı, uzak görüşlüğü ve unutulmaz kahramanlığı olmasaydı, beklide bizlerin elleri boş kalırdı. Eğer bugün dünya kamuoyu ve Türk dünyası “Hocalı Soykırımı”nın görüntülerini görüyorsa, yakın tarihin Ermeni vahşetinin kanlı hadisesine tanıklık edebiliyorsa, bunu Cengiz Mustafayev’e borçludur. Ne kadar anlamlıdır ki, Cengiz Mustafayev, Hocalı soykırımını görüntülerken şehit oldu. Ancak Azerbaycan tarihinde en büyük işlerin birine imza attı. Hocalı soykırımını anma toplantılarında izlediğimiz görüntüleri çeken Cengiz Mustafaayev, fiziki olarak yanımızda olmasa da Karabağ yaşadıkça, Azerbaycan yaşadıkça Türk milletinin kalbide ve zihninde ebediyete kadar yaşayacaktır. Hocalı adını ve bu kasabanın masum ahalisinin başına getirilen felaketi yerinde görüp kaleme alıp yayınlamak isteyen yabancı gazeteciler olay yerine gelmeye başlamışlardı. Onlara Hocalı felaketini ilk kez dünyaya yayımlayan Cengiz Mustafayev eşlik etmişti.
Biz Türkler, tarih boyunca tekrar tekrar yaşadığımız acıları, faciaları açık bir şekilde insanlığa duyurulması konusunda tevazu gösterirken Ermeniler, “Haç”ın gölgesine sığınarak yalandan ağlayıp sızlayarak isteklerini dünya kamuoyuna duyurmuşlardır.
Türk milleti ve Türkler, asılsız, Ermeni iddialarının hedefindeyiz. İki yüzyıla yakın bir süredir ki, Türk dünyası Ermeni terörünün meydana getirdiği facialarla karşı karşıyadır. Ermeni yalan ve iftiralarına kanan dünya kamuoyu ise sözde “Ermeni Soykırım” iddialarını araştırmaktadır. Dünya milletlerinin huzurunu bozan, Taşnak yönetimindeki Ermenistan’ın ve Ermeni kopuntusunun “Türk” düşmanlığının Türkiye ve Azerbaycan başta olmak üzere Gürcistan, Kuzey Kafkasya halklarına karşı da toprak iddiaları olduğu unutulmamalıdır. Ermenilerin “Büyük Ermenistan” hülyası doğrultusunda, 1905-1907, 1917-1920, 1948-1953 ve 1988’den günümüze kadar Azerbaycan ve Anadolu Türklerine yönelik düşünülerek planlanmış, bir soykırım siyaseti yürüttüğü ve bu siyaseti hayata geçirmek için büyük çaba harcadığı tarihi olgu ve gerçektir. Azerbaycan’ın ayrılmaz parçası ve stratejik önemi çok büyük olan Karabağ, Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından, 1992 yılında Azerbaycan’ın milli sınırlarını geçen Ermeni ordusu, daha önce Karadağlı, Meşheli ve Baganis-Ayrım köylerinde etnik temizlik yapıp 12 Şubat 1992 de Malibeyli ve Kuşçular Köylerinde 50 Türkü katletmişlerdi.
Hocalı çok eski bir Türk yurdu ve şehriydi. 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece, Ermeni subay ve askerlerden oluşan ve Hankendi’nde konuşlanmış Tümgeneral Zarvigarov komutasındaki 366.Özel Rus Motorize Alayı desteğindeki Ermenistan ordusu, Hocalının giriş ve çıkış yollarını kapatıp soykırım için harekete geçti. Rus Motorize Alayının tanklarından açılan top ve roket ateşi ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hale getirilerek kasabanın dış dünya olan ilişkisi tamamen kesildi. Savunmasız kalan Hocalıya giren Rus destekli Ermeni askerleri, kadın, ihtiyar genç, bebek çocuk, bebek ayrımı yapılmadan silahsız ve savunmasız Hocalı halkını vahşîce katledildi. Katliamın gerçekleştiği tarihlerde 10 bin nüfuslu Hocalı’da 3 bin civarı Azerbaycan Türkü bulunmaktaydı.
Hocalı’da, 20. Yüz yılda sivil halka yönelik dehşet verici olayları yaşandı. Ermeniler, canlı canlı insanların kafa derilerini yüzdüler, sağ olarak ele geçirdiklerini insanları sistematik işkencelere, tıbbî deneylere tâbi tutarak, katletmişlerdir. Hızar ve testere bıçak, kasatura kullanarak, insanların diri diri insanların kol ve bacaklarını kesip, genç kızlara tecavüz edip, önce saçlarını sonra kafa derilerini yüzdüler. Babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşunlara dizdiler. İnsanların kafalarını kesip sepetlere doldurdular.
Resmi verilere göre, bu alçak ve vahşi saldırıda; 83’ü çocuk, 106’sı kadın, 70’i yaşlı ihtiyar olmak üzere 613 kişi çeşitli işkence yöntemleriyle katledildi. Olayda 8 aile tamamen yok edilirken 487 yetişkin kişi ile 76 çocuk ağır şekilde yaralandı. 1275 kişi ise esir alındığı, 26 çocuğun yetim, 130 çocuğun öksüz kalmış ve 56 hamile kadının karnı yarılmış vaziyette bulunduğu Hocalıdaki Ermeni vahşetinde, 150 kişinin ise kayıp olduğu ve akıbetleri bilinmemektedir. Geri kalan nüfus ta bin bir zorluklarla canını kurtarabilmişti. Ancak yaşadıkları tahribatından ruhları ve hafızaları bir daha asla kurtulamamıştır. Ermeni vahşetinin kurbanlarının cesetleri üzerinde yapılan incelemelerde; cesetlerin yakıldığı, birçoğunun kafa derilerinin yüzüldüğü, gözlerinin oyulduğu, kulak, burun ve kafaları ile vücutlarının çeşitli uzuvlarının kesildiği görülmüştür. Aynı vahşetten hamile kadınlar ve çocuklar ve yaşlılar bile nasiplerini almışlardı.
Bir gece önce akşam 11 civarında, 2.000 Ermeni savaşçısı, Hocalı’nın üç tarafındaki yüksekliklerden ilerleyerek, kasaba sakinlerini doğudaki açılışa doğru sıkıştırmışlar. 26 Şubat sabahına kadar mülteciler Dağlık Karabağ’ın doğu yüksekliklerine ulaşmış ve aşağıdaki Ağdam’a doğru inmeye başlamışlar. Buradaki tepeciklerde yerleşen sivilleri güvenli arazide takip eden Dağlık Karabağ askerleri onlara ulaşmışlardı. Mülteci kadın Reise Aslanova İnsan Hakları İzleme Örgütüne verdiği bilgide; “Onlar sürekli ateş ediyorlardı” diye konuşmuştu. Arabo’nun savaşçıları daha sonra uzun zaman kalçalarında taşıdıkları bıçakları kınlarından çıkararak bıçaklamaya başlamışlar…
Olayın yaşanmasından iki gün sonra ancak Hocalı’ya ulaşmak mümkün oldu. Görgü tanıklarının karşılaştıkları ürpertici manzara sözle ifade edilemeyecek kadar ağır ve amansız idi. Bütün benliği ile yaşadığı toprağa bağlı olan Hocalı’nın sade insanların, o toprakta daha yeni ayağa kalkıp yürümeye başlamış masum çocukların bedenlerini, 1992 yılının 25/26 Şubat’ının soğuk kış gecesi sıcak vatan toprağı kendi kucağına almıştı. Kim bilir, son nefeslerinde bu soydaşlarımızın son istek ve dilekleri istekleri, dilekleri ne olmuştu?
Şu bir gerçek ki, soydaşlarımızın nasipleri vatan toprağını kucaklayarak şehitlik mertebesine yükselmek oldu.
1980’lerin sonlarından itibaren Kafkasya’yı yakından izleyen ve Hocalı faciası sırasında bölgede bulunan ABD’li Gazeteci-Yazar Thomas Goltz, olayın “Bölgede yaşayan Azerbaycan Türklerine karşı toptan imha amacı taşıdığını, o nedenle apaçık soykırım olduğunu” yazmıştı.
***
Yer: Azerbaycan, Karabağ’da Hocalı kasabası.
Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Iğdır’da Kars’ta Ağrı’da Van’da Erzurum’da da ataları oynamıştı. Onlardan duymuşlardı.
Karnı burnunda çaresiz bir Azerbaycan Türkü kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı…
Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK–47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı:
-Akçik, manç?.. (Kız mı, oğlan mı?)
-Akçik… (Kız)
Bu cevap üzerine ‘oğlan’ diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.
-Tun şahetsar, ınger… (Sen kazandın, yoldaş)
-Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana… (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)
-Mayrigı bedge gişdatsine. (Annesi besleyecek elbette…)
Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:
-Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver.)
***
Aynı dakikalarda Hocalı’nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Azerbaycanlı kadın başını kale direği yapmışlar ve top arayışına girmişlerdi…
Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:
-Asixn ma/çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek… (Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın…)
Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa, başı da orta yere düşmüştü…
Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyorlardı.
Bu iki olay Hocalı’da bundan çok değil yalnızca 27 yıl önce yaşandı. Her iki olay da Ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır. Ne yazık ki 26 Şubat 1992 günü binlerce Azerbaycan Türk’ü çeşitli işkence yöntemlerle vahşice katledilmiştir.
***
Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklerine komutanlık yapmış olan Eski ASALA eylemcilerinden biri Monte Melkonyan, ölümünden sonra Markar Melkonyan; kardeşinin günlüğünü “Benim Kardeşimin Yolu” (My Brother’s Road) adıyla ABD’de yayınladığı kitapta, Hocalı katliamını şöyle tasvir etmişti:
“Bir gece önce akşam 11 civarında, 2.000 Ermeni savaşçısı, Hocalı’nın üç tarafındaki yüksekliklerden ilerleyerek, kasaba sakinlerini doğudaki açılışa doğru sıkıştırmışlar. 26 Şubat sabahına kadar mülteciler, Dağlık Karabağ’ın doğu yüksekliklerine ulaşmış ve aşağıdaki Azeri kenti olan Ağdam‘a doğru inmeye başlamışlar.
Buradaki tepeciklerde yerleşen sivilleri, güvenli arazide takip eden Dağlık Karabağ askerleri onlara ulaşmışlar. Mülteci kadın Reise Aslanova, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne yaptığı açıklamada ‘Onlar sürekli ateş ediyorlardı’ diye konuşmuştu. Arabo’nun savaşçıları daha sonra uzun zaman kalçalarında taşıdıkları bıçakları kınlarından çıkararak bıçaklamaya başlamışlar. Şu anda yalnız kuru çimenden esen rüzgârın sesi ıslık çalıyordu ve ceset kokusunu uçurması için bu rüzgâr henüz erkendi. Monte, üzerinde kadınların ve çocukların kırılmış kuklalar gibi saçıldığı çimene eğilerek “Disiplin yok” diye fısıldadı. O bu günün önemini anlıyordu. Bu gün Sumgayıt Pogromu’nun 4.yıl dönümüne yaklaşıyordu. Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka, aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.”
***
Mülteci kadın Reise Aslanova, İnsan Hakları İzleme Örgütüne verdiği ifadede; “Onlar sürekli ateş ediyorlardı” diye konuşmuştu. Aslanova, “Arabo’nun savaşçıları daha sonra uzun zaman kalçalarında taşıdıkları bıçakları kınlarından çıkararak bıçaklamaya başlamışlar. Şu anda yalnız kuru çimenden esen rüzgârın sesi ıslık çalıyordu. Ceset kokusunu uçurması için bu rüzgâr henüz erkendi. Monte üzerinde kadınların ve çocukların kırılmış kuklalar gibi saçıldığı çimene eğilerek “Disiplin yok” diye fısıldadı. O bu günün önemini anlıyordu. Bu gün Sumgayıt Pogromunun dördüncü yıldönümüne yaklaşıyordu. Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.
***
Bu kanlı hadisenin tanığı, bütün ailesinden yalnız kucağındaki körpe kızını ve 4 yaşındaki oğlunu kurtarabilen genç bir ana gözyaşları içerisinde, yürek parçalayan Hocalı hadisesini şöyle anlatıyordu:
Hocalıdaki av tüfeklerini de halktan almışlardı. Bizim kendimizi savunmak için hiç bir imkânımız kalmamıştı. Yalnız kocam tüfeğini saklamıştı. Biz ateşler içerisinde viran olmuş Hocalı’nın dışına güçlükle gelebildik. Sonra gördük ki silahlı Ermeniler, bizi izleyerek arkamızdan ateş açıyor. Onlar bize ulaşıp öldürmek ya da esir etmek istiyorlardı. Eşim durup onlara ateş etmeye başladı. “Kaçın, ele geçmeyin!”diye bağırdı. Ailemizden birkaç kişi arkadan vurulup yere serildi. O ise hala silahlılarla çarpışıyordu. Ben yalınayak, başım açık, iki çocuğumla uzaklaşıp karanlıkta gözden kaybolunca onun sesini duyuyordum: “kaçın, gizlenin, görünmeyin!”
Büyük Ermenistan projesinin kilit konumundaki simalarından ve Ermenistan’ın bu günkü Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın arkadaşı Soykırımcı Yazar Dr. Zori Beleyen, 1996 yılında Ermenice yazdığı “Ruhumuzun Canlanması” adlı kitabında, bizzat Karabağ’da uygulamasını yaptığı “soykırımcılığı” şu şekilde anlatmaktadır:
“Biz çete üyesi Haçatur’la zapt edilmiş evlerden birisine girdiğimizde bizim askerlerin 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilediklerini gördük. Haçatur çocuğun bağırmaması için anasının kesilmiş göğsünü onun ağzına soktu. Sonra ben bu Türk çocuğa onun atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Onun karnının, başının, göğsünün derisini soydum. Saatime baktım. Çocuk 7 dakika sonra kan kaybından yaşamını yitirdi.
İlk mesleğim doktorluk olduğu için merhametliydim. Bu yüzden de çocuğa yaptığım eziyetten dolayı mutluluk duymadım. Ama ruhum halkımın bir kısmının bile öcünü aldığı için gururluydum. Sonra Haçatur’la ölmüş çocuğun cesedini doğradık ve Türklerle aynı kökten olan köpeklere attık. Akşam aynı şeyi 3 Türk çocuğuna daha yaptık. Kendi halkımın intikamının yüzde birini aldığım için ruhum mutlulukla dolmuştu. Ben her Ermeni vatansever gibi kendi vazifemi yerine getirdim. Hacatur çok terlemişti. Ama ben onun gözlerinde ve diğer kardeşlerimin gözlerinde intikam ve gülcü hümanizm mücadelesini gördüm. Ertesi gün kiliseye giderek 1915 yılında ölenlerimiz ve dün yaptığımız olaylardan ruhumuzun temizlenmesi için dua ettik.”(s. 260-262)
Ajanslar, katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik içinde kıvranıyordu. Türkiye’de büyük bir dehşet uyandıran katliama ilişkin ilk görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu. Hocalı’da bütün yaşananlar, batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi. Olayın şahitlerin anlattıklarını dinleyenler, önce kulaklarına inanamadılar. Fakat katliam sonrası Hocalı’ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının olayı abartmadığını kısa sürede anladılar.
HOCALI SOYKIRIMI İLGİLİ BATILI GAZETECİLERİN VE YAZDIKLARI [4]
Hocalı soykırım bölgesini gezen Fransız Gazeteci Jean-Yves Junet’, gördükleri karşısında sarf ettiği “Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalı’daki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz” sözleri katliamın boyutunu anlatıyordu: Gazeteci Janiv Yunet, şunları kaydediyordu:
“Biz Hocalı faciasının şahidi olduk. Biz yüzlerce ceset gördük. Bunların içinde kadınlar, yaşlılar, çocuklar, kenti savunanlar vardı. Emrimize helikopter verildi. Gökyüzünden gördüklerimizi kameraya kaydediyorduk. Ermeniler helikoptere ateş açtılar ve biz çekimi yarım bırakarak geri dönmek zorunda kaldık. Ben savaş hakkında çok şey duymuştum. Alman Nazilerinin gaddarlığını okudum. Ancak, Ermenilerin masum halkı ve 5-6 yaşındaki çocukları öldürmekle vahşilikte onları bile geride bırakmışlardı. Biz hastanede, vagonlarda hatta çocuk bahçelerinde ve sınıflarda çok sayıda yaralı gördük.”
***
Büyük Ermenistan’a hizmet için Hocalıya giden Avrupalı Ermeni gazeteciler faciayı Azerbaycan Türklerini yaptıkları yolunda bilgileri dünya kamuoyunu aldatmaya çalışıyorlardı. Hocalı’da Ermenilerin yaptıkları vahşeti, kan gölünü ilk kez gören Avrupa Ermeni’si olan gazetecilerden biri, işlenen cinayet ve vahşeti olduğu gibi şöyle aktarmaya çalışmıştı:“Ermeniler Hocalı’da katlettikleri 100 kişiyi yan yana dizerek köprü yaptılar. Ben bu köprüdeki cesetlerin üzerinden geçerken ayağımı körpe(küçük) bir çocuğun göğsüne basınca öyle titredim ki, fotoğraf makinem, blok notum, kalemim yere düşerek kana boyandı. Kendimi tamamen kaybettim. Bedenim tir tir titredi.”
***
Washington Post: “ Dağlık Karabağ kurbanları, Azerbaycan’da toprağa verildiler. Kaçkınlar, Ermeni saldırısında yüzlerce kişinin öldürüldüğünü söylüyorlar. Yedi kişinin cesedi bu gün gösterildi. Bunların ikisi çocuk, üçü kadındır. 120 kaçkın Ağdam hastanesindedir, vücutlarında çok sayıda derin yaralar bulunmaktadır”
***
Ermenilerin Hocalı katliam/soykırım sırasında kasabada bulunan Ermeni Gazeteci Daud Kheyriyan sonradan yazdığı kitabında:
“Gaflan denilen ve ölülerin yakılmasıyla görevli bir grup, Hocalı’nın 1 Km batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri Türk’ünün ölüsü getirilip yığıldı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa ve açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan adlı bir asker, onu da tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra bütün cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık sesi işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.”[5]
***
The Times: Ermeniler yüzlerce kaçkın ailesini katlettiler Sağ kalabilenler Ermenilerin 450’den çok Türkü katlettiğini, öldürülenlerin çoğunluğunun kadın, çocuk olduğunu bildiriyorlar. Yüzlerce hatta binlerce insan kaybolmuştur. ‘Onlar ateş ediyorlardı, ateş ediyorlardı’ diyen Raziye Aslanov, Hocalı’da Ağdam’a kaçabilenlerden birisi, kocasının ve oğlunun öldürüldüğünü kızının ise kaybolduğunu söylüyor.”
***
Anatoli Levin (The Times): “ Katliam açığa çıktı. Dağlık Karabağ’ın yamaçlarında aralarında kadın ve çocuklar olan 60’dan çok ceset ortaya çıkmıştır. Bu ise Ermenilerin Azerbaycanlı mültecileri katlettiği yolundaki haberleri doğrulamaktadır. Hala bulunmayan yüzlerce kadın vardır.”
***
The Times: “Onların çoğu tanınmaz hale gelmiştir. Küçük bir çocuk yapayalnız kalmıştır.”
***
İzvestiya: Video kamera, kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Yaşlı kadınlardan birinin yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi yüzülmüştür.”
***
Sandy Times: “Thomas Tolts, Ermenilerin yaptığı katliamlar hakkında bilgi veren ilk raporotördür. Azerbaycanlıların yaşadığı Hocalı şehri barış zamanlarında tarımla meşgul olan binlerce Azerbaycanlıların evi olmuştur. Geçen hafta bu şehir yeryüzünden silinmiştir.”
***
Financial Times: “Ermeniler, Ağdam’a giden göçmen kafilesini kurşunladılar. Azerbaycanlılar bin 200 ceset saydılar. Livan’dan gelen raportör, zengin Ermenilerin Karabağ’a silah ve adam gönderdiğini tasdik ediyor.
***
İzvestiya: “Binbaşı Lenold Krevest; Ben kendim yamaçta 100’e yakın ceset gördüm. Erkek çocukların birinin başı yoktu. Her yerde özel gaddarlıkla öldürülmüş yaşlı kadın ve çocuk cesetleri gördüm.”
***
Financial Times: “General, 366.Alaydan 103 askeri personelin Dağlık Karabağ’da kaldığını bildirdi.”
***
Pascal Privat (Newsweek) Rus Gazeteci Yuri Romanov ABD’li Gazeteci Thomas Goltz
***
Valer Aktuel Dergisi: “ Bu otonom bölgede Ermeni askeri birlikler, yakın doğuda olanlarla birlikte en çağdaş askeri tesisatlara ve hava araçlarına sahiptiler. ASALA, Suriye ve Livan’da askeri malzeme ve silah depolarını yok etmiş, 100’ün üzerinde Müslüman köyünü katletmişlerdir.”
***
Krua I’Envenaman Dergisi: “Ermeniler Hocalı’ya saldırdılar. Tüm dünya tanınmaz hale gelen cesetlerin şahidi olmuştur. Azerbaycanlılar 1000 kişinin öldüğünü söylüyor.”
***
Kolos Ukraini/ V.Staçko: “Savaşın yüzü olmuyor. Yalnız çokça maske, kanlı gözyaşları, ölüm bedbahtlık, yıkımlar… Hocalı’da bebekleri niçin katlettiler? Ya anneleri? Allah insanı cezalandırmak isteyince onun aklını alıyor.”
***
Nie Gazetesi: Bulgaristan’da çıkan bu yayın organı Hocalı Soykırımı ile ilgili özel bir sayı yayınlamıştır.
***
Pascal Privat (Newsweek): ”Bir caminin arkasına geçici olarak kurulmuş morga, Hocalı’dan getirilmiş düzinelerce ceset ve onların başında yas tutan mülteciler vardı. Cesetlerin çoğu, kaçmaya çalışırken yakın mesafeden vurulmuştu. Kafa derileri yüzülen cesetler vardı. Bazılarının yüzleri paramparça olmuştu”
***
Rus Gazeteci Yuri Romanov:
– Gözlerim yanıyor. Gözlerim yanıyor
!Yanında bulunan doktor şöyle söyledi: “ Gözleri kör olmuş. Gözlerinde sigara söndürmüşler. Bize getirdiklerinde gözlerinin içinde sigara izmaritleri vardı.
Orada şahit olduklarımı, gözlerimin gördüklerini ve kulaklarımın duyduklarını dilim ifade edemiyor.”
***
Yuri Pompeyev (Moskovskie Novosti Gazetesi muhabiri): Gördükleriyle ilgili sadece bir cümle sarf edebilmişti. “Hocalı’da, kimse yoktu sadece cesetler kalmıştı.”
Hocalı Katliamı… 26 yıl önce bugün Ermenistan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde yaşattığı katliam. Kimi ülkelerce soykırım, kimi ülkelerce katliam, kimi ülkelerce hadise olarak tanımlanan fakat her koşulda, tabiri caizse bir vahşet.”
***
Violette Prvanoğva: “Hocalı insanlığın faciasıdır. Yabancı gazeteciler ile konuşan aslen Hocalılı olan ve soykırımda annesini ve yakın akrabalarını kaybeden Yazar Seriye Müslümkızı; ‘Hocalıya dünyanın muhtelif ülkelerinden onlarca gazeteci gelmişti. Onlar kanlı olayları gözleriyle görüp dehşete düşüyorlardı. Ancak, onların çoğu ülkelerine döndüklerinde, hakikatin aksini yazdılar. Hocalı soykırımını “arsak Kahramanları”nın kahramanlık öykülerini yazıp katledilenlerin resimlerini Ermeni şehitleri diye taktım ediyorlardı. Hatta sök konusu fotoğrafların gönderme masrafları da ödenmeden bırakıldı.”
***
Gazeteci V. Billax (İzvestiya Gazetesi): “Zaman zaman Ağdam’a cesetler geliyordu. Tarih boyunca böyle bir şey görülmemişti. Cesetlerin gözleri çıkarılmış, kulakları ve başları kesilmişti. Birkaç ceset zırhlı araçlara bağlanarak sürüklenerek parçalanmıştı. İşkencenin hattı hududu yoktu”
***
Sandi Tayms Gazetesi: “Ermeni askerleri binlerce aileyi mahvetmişler.”
***
Faynenşl Tayms: “Ermeniler Ağdam’a doğru giden kafileyi kurşunlamışlar, Azerbaycanlılar, 1200 kadar ceset saymışlar.” diye yazıyordu.
***
ABD’li Gazeteci Thomas Goltz:[6]Amerikalı gazeteci Thomas Goltz, Amerika Azerbaycan Derneği tarafından Washington’da, Kongre binasında düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmada, 1992 yılı Şubat ayında Karabağ bölgesindeki Hocalı kentinde Ruslar tarafından desteklenen Ermeni kuvvetleri, 800 kişiyi öldürdüğünü, yaklaşık 1 milyon kişinin de bölgeyi terk etmek zorunda kaldığını bildirdi.
Hocalı’da yaşananları Ermenistan hükümetinin hala inkâr ettiğini ifade eden Goltz, Hocalı’ yaşananlarla ilgili tekrar şöyle anlatmıştı:
“Azerbaycan cumhurbaşkanının danışmanı Vefa Gulizade 26 Şubat 1992 gece yarısı telefonda sorularımı yanıtladı ve bir katliam olduğunu söyledi. Nerede olduğunu sordum. Hocalı kentinde dedi ve telefonu kapattı. Hocalı’da daha önce bulunmuştum. O zaman kente ulaşmanın tek yolu helikopterleydi. Çünkü diğer yollar Ermeniler tarafından kapatılmıştı. Havaalanında güvenlik görevlisi Ali Hacayev’le karşılaştım. Memleketi olan Hocalı’da durumun ne olduğunu sordum. O da ‘Gidip görelim. Neler olduğunu gözlerinle görüp doğruyu yaz’’ dedi. Hacayev’le yola çıktık. Son 3 aydır Ermenilerin bölgedeki pek çok kenti ele geçirdiğini, Azerilerin elinde Hocalı ve Şuşa’nın kaldığını, aradaki yolun da kesildiğini öğrendim. Hacayev, Bakü tarafından aldatıldıklarını düşünüyordu. Bunu yazmamı istemedi, ama öldüğü için söylediklerini açıkladım.
Ağdam’a ulaştığımızda Hocalı’dan kaçan yüzlerce kişiyle karşılaştık. Önce hayatta kalanların anlattıklarına inanmakta güçlük çektik. Ermeniler kenti (Hocalı) çevirerek bir uyarı ile halka; ya kenti terk etmelerini, ya da öleceklerini söylemişlerdi. Son gün olanların detayları çok ürkütücüydü. Bakü’ye helikopter göndermesi için haber verilmiş ancak, Azerbaycan hükümeti hiçbir şey yapmamıştı. 25 Şubat 1992 gecesi Ermeniler kenti 3 yerden sarmış, küçük bir yol açık bırakılmış ve buradan kaçanlar olmuştu.
Ermeni ateşi altında kaçarak Karabağ yakınlarına ulaşanların yeniden ateş altında kalmışlardı. Sivillerin öldürüldüğünü söylendi. Yaklaşık bin kişinin öldüğü söylentilerine önce inanamadık. İlk günün sonunda 500’e yakın insanın öldüğünü haberini aldık. Bu sayıya kaybolanlar dâhil değildi. Gördüklerimiz karşısında Reuters muhabiri Elif Kaban ve eşim Hicran donup kaldılar. Fotoğrafçı arkadaşım öyle etkilenmişti ki, fotoğraf çekebilmesi için kendisini objelerin üzerine doğru itmem gerekiyordu. Cesetler, mezarlar, evet hepsi mide gerektiriyordu. Ama olanları anlatmak, dünyaya duyurmak gerekliydi. Hayatta kalanları bularak hemen orada neler dediklerini kaydettik. Bazı cesetleri tanımaya çalıştım. Ama yüzlerinden vurulanlar, tanınmayacak halde olanlar vardı. Bazılarının kafa derileri yüzülmüştü.”
… “Hocalı insan meskeni değil, kargaların sakin olduğu mekâna benziyordu”
Son defa Hocalı’da bir ay önce bulunmuştum. O zaman Hocalı’ya gitmek sadece helikopterle mümkündü. Ermeniler, Ağdam’a giden yolu kapatmışlardı. Azerbaycan hükümet yetkilileri, kesin olarak inkâr etseler de, Hocalı’da korkunç şeylerin olduğu biliyorlardı.”
… “Zaman kaybetmeden Londra merkezli Independent gazetesi muhabiri Hyu Poupla ve Reuters muhabiri Elif Kaban ile Ağdam’a gitmek için yola çıktık. Elif, son üç ay içinde uzak köylerin tamamını Ermeniler tarafından tek tek işgal edildiğini söylüyordu. Azerbaycanlıların elinde sadece Hocalı kalmış kalmıştı, onunda yolları Ermeniler tarafından kesilmişti. Duyduklarımıza inanamıyorduk. Onlar,(Ermeniler) Rus askerleri ile birleşerek Şubat’ın 25’i gecesi Hocalı kasabasını yeryüzünden silerek, yüzlerce insanın katledildiğini söylüyordu. Sağ kalanların kafa, yüz derileri soyulmuş, gözleri oyulmuş, yalın ayakları soğuktan patlamış, ağlayıp hıçkırmaktan sesleri çıkmıyordu.
Raziye Aslanova adlı bir kadın ağlaya-ağlaya bildirdi ki, eşini ve eniştesini gözleri önünde öldürmüşler, Kızı da kaybolmuştur.”
Hocalı’da yaşananları “Bıldırcın avına” benzeten gazeteci Golts, şunları kaydediyordu:
“Binlerce Hocalılı ve onları müdafaa eden bir avuç asker, tıpkı bıldırcın avı sırasında bıldırcınların avlanması gibi kurşunlanmışlardı. Cesetlerin çoğu elin kolun ulaşamayacağı yerlerde; ormanda dağlarda kalmıştı. Hocalı artık insanların meskeni değil, kargaların sakini olduğu mekâna benziyordu. Bir gecede bin ölü? Böyle bir şey olamazdı ve olması da mümkün değildi. Amma bir süre araştırdıktan sonra gerçekten de ölenlerin sayısı ile ilgili tahminlerimizde yanılmadığımızı anladık.
“Reuters” muhabiri Elif Kaban gördükleri vaziyetten çok sarsılmıştı. Sanki O, aklını yitirmişti. Eşim Hicran sanki felç olmuştu. Foto muhabiri Oleg Litvin sadece susmuştu, akılsız adamlar gibi dolaşıyor, kendi kendine şuursuzca konuşuyordu. Cesetlerin kafa derisi soyulmuş, vücut organları, bacakları, kolları kesilmişti. Durum bir vahşetti.”.
***
İngiltere’nin “Fant Men News” televizyon kanalı muhabiri R. Patrik:“Hocalı’daki vahşiliklere dünya kamuoyunun gözünde hiç bir şey haklı çıkarmaz”.
***
Paris’de yayınlanan “Krua Eveneman” gazetesi şunları yazıyor: “Ermeniler Hocalıya saldırmışlar. Bütün dünya tanınmaz hale getirilmiş cesetlerin şahidi oldu. Azerbaycanlılar çok sayıda ölülerden haber veriyorlar. ”.
***
Gazeteci Neftyanoy Sindrom (Moskovskiy Komsomolets): Gazetesinde olayla ilgili şunları yazmıştı: “Esirler var. Lakin daha onlar yaşamağa yaramıyorlar. Kışın onları sabahleyin yalınayak karın, buzun üzerine çıkarıyorlar. Tepelerinden soğuk su döküyor, başlarında şişe kırıyor, sonra yeniden koğuşlarına salıyorlardı. Asıl işkencelerse zaten bundan sonra başlıyordu. Parmaklarını kapının arasında sıkıştırıyor, bağırttıkça lastik copla dövüyorlardı. Bunların birçoğu bu işkencelere dayanamayarak deli oluyordu. Bir sonraki köyün işgalinde bir Ermeni’nin bir çocuğu alıp, ikiye böldüğünü gördüm. Sonra çocuğun bedeninin bir parçasıyla annesinin yüzüne ve başına o kadar vurdu ki, evladının kanına bulanan zavallı kadın deli olup, gülmeye başladı.”
***
Ermeni gazeteci Berain Siraelyan, Fransız “Katolik-Ecclesia” dergisinde şöyle yazmıştır: “Hocalı’yı gözlerimle gördüm. Ben toprak uğruna yapılan savaşların bu tarzda yürütülmesinden yana değilim. Karın üzerinde üst üste istiflenmiş sahipsiz, kimsesiz cesetlerden korktum… Bu kan için Azerbaycan tarafının, yarınki kuşakların sessiz kalmayacaklarını düşünerek korktum… Bugün Ruslar bizim yanımızda. Ya yarın? Yarın biz yalnız kalabiliriz...”
BİR AVUÇ ERMENİ Mİ?
Kütüphanemin derin sessizliği içinde konuyla ilgili kitapları gazete kupürlerini karıştırıldığımda; Tüm Ermenilerin Ruhan’ı lideri Erivan’daki Ecmiyadzin Kilisesinin başı I.Patrik VASKEN ’in Amerika ve Kanada ziyaretlerinde dünyadaki tüm Ermenilere; “Vatana Dönüş” çağrısını yaptıktan sonra “Soykırım bütün Hıristiyanlık dünyasının ve Hıristiyan adaletinin konusudur. Bir gün AĞRI dağı etrafında toplanıp zafere ulaşacağız. Ağrı dağı yöresini ele geçirmek milli idealimizdir” sözlerini ibretle okudum. (23 Kasım 1987)
10 Kasım 1988 tarihli Milliyet gazetesinde şöyle bir haber gözüme ilişti: “ Erivan’da yapılan gösteriye yaklaşık 300 kişi katıldı. Göstericiler Erivan yakınlarında Çiçeknakaberd tepesinde 1915’de meydana geldiğini iddia ettikleri soykırımı anmak için dikilmiş anıt çevresinde toplandılar. Buradan Türkiye sınırları içindeki Ağrı dağı görünmektedir. Ermeniler Ağrı dağına dönerek saygı duruşunda bulundular.”
Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, Doğu Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri siyasi ve ekonomi konusunda ABD ve CIA’nin önemli uzmanı Paul B. Henze 1984 yılında yayınladığı makalesinde, “Ermeni milletinin kendi amaç ve mücadeleleri için yabancı destek sağlamak üzere, yazı, tahrik ve oyunlarını devam ettirdiklerini bunda da sık sık başarılı olduklarını” belirtmiştir.
Bazen küçümsediğimiz bazen de sinirlendiğimiz, “Aman komşumuzu fazla küstürmeyelim” diye tevazu gösterdiğimiz Ermenilerin oynadığı veya onlara oynatıldığı akıllı politikalardan kesitler hatırlatmak istiyorum:
– 28 Mayıs 1918’de bağımsızlığını elde eden Azerbaycan Cumhuriyeti, 27 Mayıs 1920’de 11. Kızıl Ordu’nun Bakü’ye girişi ile Rus işgaline girmiş ve daha sonra kurulan SSCB’ye zorla iltihak ettirilmiştir.
– Kafkasya’da suni olarak yaratılan Ermenistan, tarihi hadiselerin gelişimi sonucu1921 yılında SSCB’ye katılmıştır. Ancak bu dönemde dahi Moskova, Ermenilere değişik şekillerde korunmuş ve her türlü imkânlar tanınmıştır. Örneğin: Rus işgalinden önce 114.000 kilometre kare olan Azerbaycan toprakları işgal sonrası yapılan düzenlemelerle 86.600 Km. kareye masa başında indirilmiştir. Azerbaycan’ın elinden alınan bu toprakların büyük bir kısmı Ermenilere hediye edilmiştir. Stalin döneminde özellikle Türk kökenli halklara büyük katliamlar yapılıp, sürgün politikaları uygulanırken Ermeniler korunmuştur. Bir gecede 250.000 Kırım Türkü, topraklarından sökülüp Orta Asya bozkırlarına, acımasız Sibirya steplerine acımasız bir vahşetle atılmıştır. Ahıska Türklerine ata baba toprakları çok görülerek, Türkiye sınırındaki yurtlarından sökülüp, öldürülüp aç ve sefil bir şekilde Orta Asya içlerine dağıtılırken, Ermenilere dokunulmamıştır.
-Yine Stalin döneminde; Azerbaycan Komünist Partisi Sekreteri Mir Cafer Bağırof zamanında, 29 bin Azerbaycan Türk aydını öldürülmüş bir kısmı Sibirya’ya sürülerek katledilmiştir. Bunun ötesinde “TÜRK” kelimesi yasaklanmış, “Türk yoktur, Azerbaycanlı vardır”, “Azerbaycan Türkçesi yoktur, Azerbaycan’ca vardır” denilerek, Azerbaycan Türklerinin anadili yok edilmeye çalışılmıştır.
-Azerbaycan coğrafyası içinde bulunan “Göy Göl’e” şiir yazan, Türkiye’de de “Çırpınırdın Karadeniz” türküsünün güftesini yazarı Ahmet Cevat, şiirinde “Ay ve Yıldız” kelimesi geçtiği için suçlanmış ve Sibirya’ya sürülerek katledilmiştir. Tek bir mısraaya bile tahammül edemeyen Sovyet Rus yönetimi, Ermeni’nin kendisinden gururla bahsetmesine kendi dili ile alfabesini kullanmasına ses çıkartmamıştır.
-Sovyet Rus Merkezi yönetiminin, 1938 yılındaki yok etme kampanyası sırasında; Azerbaycan’da 2000 kadar camii kapatırken, Ermeni kilisesine dokunulmamıştır. Ermeni kiliseleri dünyanın ilk Hıristiyanları olmakla övünüp Ermeni milliyetçiliği yaparken, “Türk” kelimesine bile tahammül edilmemiştir.
-1936 yılına kadar Latin alfabesini kullanan Azerbaycan’ın, gelecekte Türkiye ile olan muhtemel bağları tamamen kopsun diye Latin alfabesi kaldırılmış, Rus Kiril alfabesi dayatılmıştır. Ermeniler ise, kendilerine özgü alfabelerinin değil kaldırılması, aksine teşvik edilmiştir.
-1960 Kruşev döneminde Erivan Üniversitesi Rektör başyardımcısı yaptığı açıklamada açıkça ve cesaretle; “Nahçıvan ve Karabağ Ermenistan toprağıdır” diye haykırınca, Ermenistan’da alkışlarla karşılanmış, Azerbaycan’ın ünlü profesörü Abbas Zamanof Bakü’de buna karşı çıkınca, Üniversiteden atılarak profesörlük unvanı elinden alınarak kapı dışarı edilmiştir. Erivan’a alkış, Bakü’ye tekme tokat, kapı dışarı…
-Gorbaçov dönemine geçildiğinde Ermeniler rahat ve özgür bir şekilde seslerini yükselmeye başladılar. Sovyet medyasının kilit noktalarında söz sahibi olan Ermeniler, kendi iddia ve isteklerini sürekli gündemde tutarak yeni mevziler aldılar. Gorbaçov’un Ekonomik Danışmanı Ermeni kökenli Agebengyan, Fransız gazetecilere yaptığı açıklamada; Dağlık Karabağ’ın ekonomik olarak Ermenistan’a bağlanması gerektiğini ifade etmesiyle düğmeğe basılmıştır.
-1987 Kasım’ında başlayan olaylarda Moskova yönetimi, Ermeni iddialarına karşı üstü kapalı destek verirken, Ermeniler cesaretle planlarını uygulamaya koymuşlardır.
-25 Ocak 1988 yılında Azerbaycan’a büyük bir göç dalgası başladı. Vahşice bir sürgün politikası ile Revan’daki (Ermenistan)ki ata-baba toprakları yurtlarından zorla koparılan 220-250 bin Azerbaycan Türk’ü tren katarına doldurularak sürüldüler.
-Bu arada Azerbaycan’da, Azerbaycan Halk Cephesiyle başlayan Özgürlük Hareketi, 20 Ocak 1990’da Rus tanklarıyla söndürülmeye çalışıldı. Batı dünyası buna sessiz kalarak, olayı adata alkışladı.
-Hocalı’da yaşananlar, yüzyılı aşkın bir süre önce Anadolu’da da yaşanmıştı. I.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin “devlet ve milletin güvenliğini” sağlamaya yönelik Ermenilere uyguladığı “Tehcir”in hesabını bu gün bizden soran ve bu nedenle 100 diplomatımızın ve ailelerinin kanına giren Ermenilerden yaptıklarının hesabı neden sorulmaz?
-Azerbaycan topraklarının % 20’si işgal altındadır. Bağımsızlığını kazanmasının 20. Yılında; her bakımdan donanımlı olduğunu iddia eden ve bir dünya devleti olan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin askeri ve siyasi yönden 1992’nin Azerbaycan’ı olmadığını iddia edenler, Ermeni işgali altındaki topraklarla ilgili tarihe nasıl bir savunma bırakabileceklerdir?
Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın İlham Eliyev, Karabağ’ın işgali konusunda yürütülen bitmez tükenmez görüşmeler sürecinde; “Gerekirse askeri çözüm yollarının bulunduğu” sözünün ne yazık ki havada kaldığını üzüntü ile izlemektedir.
-Ermenilerin nihai hedeflerini yansıtan hayali “Büyük Ermenistan” haritalarına bakıyorum. İdeallerindeki topraklardan bir kısmını geçicide olsa Azerbaycan’dan almışlar. Komşuları olan Türkiye, İran ve Gürcistan’dan alacaklarını ümit ettikleri yerleri de, hayali haritalarına ilave etmişler.
-Aranızda mutlaka hatırlayanlarınız vardır. Ermenilerle ülkemiz yetkilileri arasında gizli görüşmeler yürütüldüğü sıralarda, Gazetelere yansıyan bir haber dikkat çekmişti. Ermeniler, “Türkler Ani’yi bize versin. Biz Azerbaycan’daki işgal topraklarından çekilelim” şartı koşmuşlardı.
Sarkisyan’ın. Ağrı Dağı, dolayısıyla Sürmeli Çukuru (Iğdır-Tuzluca –Aralık) bölgesine yönelik açıklamaları birçok kimseyi şaşırtmıştı.
Ermenistan’da düzenlenen “Ermeni Dili ve Edebiyatı” yarışmasında öğrencilerden birinin, “Batı topraklarımızı Ağrı Dağı’yla birlikte geri alabilecek miyiz?” sorusuna Sarkisyan’ın cevabı şöyle olmuştu:
“Bu sizin neslinize bağlı. Mesela benim nesil üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirdi. 90’lı yıllarda vatanımızın parçası Artsah’ı (Karabağ bölgesini) düşmanın elinden kurtardık. Her neslin bir görevi vardır. Sizin de ileride bizim gibi görevinizi yerine getirip getirmeyeceğiniz birlik ve beraberliğinize bağlıdır. …” sözleriyle Türkiye’nin doğusunda bulunan Ağrı Dağı ve Sürmeli Çukuru (Iğdır-Tuzluca-Aralık) bölgesini “Batı Ermenistan toprakları” olarak adlandırarak geri alınmasını yeni nesillere görev göstererek bilinçaltını dile getirmişti.
Galo Köyü (Derecik)Toplu Mezar Kazısı heyetiyle Kars’a gitmiştim. Otelin lobisinde turistik eşya satılan bölümde, heyetteki arkadaşım Dr. Hüsamettin Yıldırım’ın bir tişörte baktığını gördüm. Tişörtün üzerinde Kars’taki Ani Harabelerindeki bir Ermeni kilisenin resmi vardı. Resmin altında İngilizce; “Bütün dünya toplansa Ani’nin gözyaşlarını dindiremez. Ama Ani bütün dünyanın gözyaşlarını dindirir” diye yazıyordu. Tişörtün yakasında sadece “Anatolia” markası vardı, ne acı değimli?
Hocalı faciasına kadar Karabağ’da meydana gelen bütün olaylar, bu facianın, kasıtlı bir şekilde hayata geçirilen etnik temizleme siyasetinin bir devamı olduğuna dair herhangi bir şüphe bırakmamaktadır. O kanlı Şubat gecesinde Ermeni caniler, insanlık tarihinde; Ermeniler adına ebedi bir utanç olan “soykırıma” imza attılar. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki savaş 1994 yılına kadar devam etti. 1994 yılında taraflar anasında Bişkek’te yapılan antlaşma ile ateşkes sağlandı. Ancak ateşkesin ardından başlayıp sürdürülen barış görüşmelerinde herhangi bir sonuca ulaşılamadı.
İşgalin bilânçosu; 30 bin şehit, 95 bin yaralı, 4875 rehine,1000 kayıp, işgal edilen 12 yerleşim birimi, kin ve nefretle yok edilen Türk tarihinin binlerce yıllık kültür eserleri ve bu tablo karşısında topraklarını terk etmek zorunda kalan bir milyonu aşkın Azerbaycan Türkü… İşte size küçümsediğimiz, bir avuç Ermeni…
AZERBAYCAN SAVCILIĞI HOCALI KATLİAMINDAKİ DEHŞETİ ORTAYA KOYDU [7]
Azerbaycan Askeri Savcılığının, Ermenilerin 26 Şubat 1992’de yaptığı Hocalı Katliamı’yla ilgili soruşturma dosyası, katliamın dehşetini ortaya koyuyor. Katliamdan kurtulmayı başaran 2 bin 213 kişinin soruşturma dosyasındaki ifadesi, 800’den fazla uzmanın inceleme b/raporu ve diğer kaynaklardan edinilen bilgiler, Ermenilerin sadece işgalle yetinmediğini, sivilleri toplu şekilde katlettiğini kanıtlıyor
Soruşturma dosyasında Hocalı katliamını yapan Ermenistan ordusu subaylarının yanı sıra, Sovyet ordusunun o zaman bölgede bulunan 366. Motorize Alayının çoğu Ermeni kökenli 38 üst düzey subayının da ismi yer alıyor. Dosyada ismi geçen subaylar savaş suçları işlemekten sorumlu tutulurken Azerbaycanlılar, savunmasız 613 sivili katleden canilerin adalet önünde hesap vermesini talep ediyor.
Soruşturma dosyasında, insanlık tarihine kara bir leke olarak yazılan katliama giden süreç de anlatılıyor. Ermeniler, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1991’in son günlerinde ablukaya aldıkları, bölgenin tek havaalanına sahip ve stratejik önem taşıyan Hocalı’yı ele geçirmek için harekete geçti. Aylar süren saldırılarını 1992’nin 25 Şubat’ında yoğunlaştıran Ermeniler, gece, Sovyet ordusunun o zaman Hankendi’de bulunan 366. Motorize Alayının da yardımıyla üç koldan saldırdı.
Ermeniler, sivilleri toplu şekilde katletti, esirlere acımasızsa işkence yaparak 20. yüzyılın en kanlı katliamlarından birine imza attı. Daha önce 7 bin kişinin yaşadığı Hocalı’da savunmasız durumdaki 106’sı kadın, 70’i yaşlı, 63’ü çocuk 613 Azerbaycan vatandaşı hayatını kaybetti. Katliamdan 76’sı çocuk 487 kişi ağır yaralı olarak kurtuldu, Ermeni güçleri bin 275 kişiyi esir aldı, bunların 150’sinden bugüne kadar haber alınamadı. Katliamda 8 aile tamamen yok edildi, 25 çocuk her iki ebeveynini, 130 çocuk ise ebeveynlerinden birini kaybetti. Azerbaycan devletinin işgal nedeniyle uğradığı zarar ise 170 milyon doları buldu. Katledilenlerin adli tıp muayeneleri ve şahit ifadeleri, Hocalı sakinlerinin kafa derisinin soyulması, kurak, burun, cinsel organlarının kesilmesi, gözlerin çıkartılması gibi kadın, yaşlı ve çocuk ayrımı yapılmaksızın akıl almaz işkencelere maruz kaldığını açıkça kanıtlıyor.
Katliam kurbanları arasında boynu vurularak, yakılarak katledilenlerin yanı sıra karnı süngülenen hamile kadınlar da var. O dönemde çekilen görüntüler ve fotoğraflar da katliamın büyüklüğünü ortaya koyuyor. Azerbaycan’a göre, Hocalı’da yaşananlar, 1949 Cenevre Sözleşmelerinin, Birleşmiş Milletlerin (BM) Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi çok sayıda sözleşmenin ciddi ihlali anlamına geliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 22 Nisan 2010 tarihli kararında, Hocalı’da yaşananlar, savaş suçları veya insanlık aleyhine suçlarla eşdeğer eylemler olarak görülüyor.
SOYKIRIM EMNİRİNİ KOÇARYAN VERDİ
Peki, 26 Şubat 1992 günü Hocalıda yaşanan bu katliamın/SOYKIRIMIN emrini kim vermişti?
Emri veren Ermenistan Devlet başkanlığı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen eli kanlı katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996’da Ermenistan Başbakanı oldu. Daha sonra da Karabağ’da barış istediği için aşırı Ermeni milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan istifa etmesi üzerine de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna oturdu. Hocalı soykırımının sorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan, diğer bir sorumlu teröristi ise, bu günkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkizyan’dır.
Sarkisyan, İngiliz araştırmacı Thomas de Wall’le yaptığı röportajda, o günlerden; “Azerbaycanlılar Ermenilerin sivil halka karşı katliam yapmayacağını düşünmekteydiler. Biz bunu Azerbaycanlılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla ibret olsun diye yaptık” diyerek soykırım yaptıklarını itiraf etmiştir.
ERMENİLER HOCALI’DA “SOYKIRIM” SUÇU İŞLEDİLER
Ermeniler tarafından Hocalıda gerçekleştirilen bu vahşet, uluslararası camianın suç olarak kabul ettiği “soykırım” ve “insanlığa karşı suçlar” kapsamındaki tanımlamalarla birebir örtüşmektedir. Hocalıda Ermenilerin gerçekleştirdikleri vahşet ve katliamlar, Uluslararası Hukuki Antlaşmaları:
– “Cenevre Sözleşmesi”,
-“İnsan Hakları Beyannamesi”,
-“Vatandaş ve Siyasi Haklar Konusunda Uluslararası Sözleşme”,
-“Ateşkes Zamanında ve Askeri Çatışmalar Zamanı Kadın ve Çocukların Korunması Beyannamesi”,
-Birleşmiş Milletlerin Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmesi’nin“Soykırımı” düzenleyen 2. maddenin (a-) bendinde yer alan “milli, etnik, ırkı veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etme” biçiminde tanımlanan Jenosit/Soykırım kavramı ve (b-) bendinde yer alan “grup üyelerinin bedeni ve akli açıdan ciddi biçimde zarar verilmesi” koşulları ile birebir uyuşmaktadır.
Ermenistan’ın Hocalıda yaptığı katliam/Soykırım, sadece Azerbaycan’ı değil, bütün Türk dünyası yanında tüm insanlığı da ilgilendirmektedir. Hocalı Soykırımı 1992 Şubat’ında gerçekleşti ancak, çok eskilere dayanan tarihi süreç içinde başta Rusya olmak üzere Emperyalist batılı devletlerce Ermenilerin Türklere karşı desteklenip teşvik edinildiği bilinen bir gerçektir. Aksi halde bu destek olmasa Ermenilerin bu tür hareket edip, katliama/soykırıma girişemezdi. Günümüzde kadim Türk toprağı dağlık Karabağ ve çevresindeki Azerbaycan’ın 6 reyonu (şehri) Ermeni işgali altındadır. Yerlerinden yurtlarından kovulan, sürgün edilen bir milyon Karabağ Türkü, Azerbaycan’daki şehirlerin varoşlarında evsiz barksız, yurtsuz olarak çok zor şartlar altında yaşam mücadelesi vermektedir.
Hocalı Katliamı; 1948 BM Sözleşmesinde tarif edilen ve soykırıma tanımına birebir uymaktadır. Ermeniler, kullandıkları metotlarda; özellikle çocuklarında içinde bulunduğu Türklerin gözlerini oymuşlar, kafa derisini soymuşlar, hamile kadınların karınları yarılıp cenin/bebekleri çıkarmışlardır. Kadınların göğüsleri ile vücutlarındaki değişik organları kesmişler ve koparmışlardır Bazı insanları yakarak, bazılarını asarak, bazılarını da diri diri toprağa gömerek, ağır işkence metotları kullanarak İnsanlık sucu olan “Soykırım Suçu” işlemişlerdir ki, Ermenistan Devleti Cumhurbaşkanı bu suçu itiraf etmiştir.
Sonuç: Hocalı, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ savaşının en korkunç hadiselerinden biri idi. Hocalı kasabası halkı, aylardan beri şehri yavaş yavaş kuşatmakta olan işgalci Ermeni güçlerinin gece bombardımanına maruz kalmaktaydı. 25 Şubat’a gelindiğinde Hocalının bütün kaçış yolları tutulmuştu. Rus 366. zırhlı mekanize alayının desteğindeki Ermeni kuvvetleri, Hocalıya girmiş ve böylece bir İnsanlık Suçu’nun önceden planlanarak hesaplanmış aşaması başlamıştır.
Hocalı Türk Müslüman halkı, Karaçay’ı bata çıka geçerek ormanlık dağlara doğru kaçtı. Nahçivanik köyü yakınlarındaki alana vardıklarında, bulmayı umdukları güvene ulaşmak yerine, Onları orada bekleyen Ermeni silahlı çete guruplarına hedef oldular.
Hocalıların suçları neydi?
Azerbaycanlı olarak, Ermenilerin soyut “Büyük Ermenistan” hayaline, ellerinde olmaksızın engel oluşturmak.
Hocalı ’da yaşanan bu vahşi olayları haber yapan Batılı basın mensupları, ülkelerindeki kuruluşlarının editörlerinin şüphesiyle karşılaştılar. Her halde “İnsanlık suçu” işleyenlerle kurbanları birbirine karıştırmışlardı.
Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve hatta Avrupa Konseyi, İnsan Hakları Savunma Merkezi (Memorial), İnsan Hakları İzleme Örgütü, The New York Times gazetesi ve Time dergisine göre Hocalı’da işlenen suçları lanetleyen kararlar yayınladı. Ancak, bunlar kâğıt üzerinde kaldı: Ermenistan’ın ve 366. Motorize Piyade Alayı’nın desteğindeki Ermeni güçleri tarafından gerçekleştirilen İnsanlık suçu; Soykırım”ın suçlularından hesap sorulmadı. Karabağ Savaşında Ermeni kuvvetlerine komutanlık yapmış ve Hocalı’da yapılanların “İntikam” olduğunu açıklayan Robert Koçeryan, bugünkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ve Markar Melkonyan’ın aktardığına göre kardeşi Monte Melkonyan, işlerini korudalar. Hatta bazıları Ermenistan’ın en yüksek siyasi makamlarına çıktılar.
[1] Fahrettin Erdoğan, “Kafkas Ellerinde Hatıralarım” s.147, Yeni matbaa 1954
[2] Nesrin Sarıahmetoğlu, http://turksandarmenians.marmara.edu.tr/tr/1905-baku-olaylari/
[3] Memmed Seid Ordubadi, “Qanlı İller (1905-1906 illerinde Qafqazda başveren Ermeni-Müselman davasının tarixi), Hakimbey Vezirov’un “Seda” matbaası 1911, Qafquzın Strateji Tedqiqatlar İnstitutu Qafqazın Klasikleri “Qafqaz” Bakı-2007.
[4] Akif Şarlı, “Hocalı’da Türk Soykırımı” Türkçesi: Gökmen Kılıçtaroğlu, s.79-80-81- 82 – Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu Yayını Nisan 2005- İstanbul
[5] Akif Şarlı, “Hocalı’da Türk Soykırımı” Türkçesi: Gökmen Kılıçtaroğlu, s.16 – Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu Yayını Nisan 2005- İstanbul / Oktay Ekşi 27 Şubat 2005 Hürriyet Gazetesi
[6] Yonca Poyraz Doğan- Washington