Birkaç yıl önce öğrencilerimle ve öğretmen arkadaşlarımla beraber huzuruna gelmiş ve “SENİ UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ,” diye söz vermiştim.
Seni UNUTMADIM ama sanırım unutanlar oldu. Sana yapılan haksızlıkları, hakaretleri her gün dinlemek, duymak beni üzse de YILMADIM… Elimden geldiği kadar seni ve Türk Milleti’nin yaşadığı sıkıntıları öğrencilerime anlatıyorum.
Bu şartlarda seni ve senin ilkelerini ne kadar koruyabileceğim konusunda şüphelerim olsa da, Türk Milleti’nin sağ duyusuna olan güvenimi yitirmedim. Çünkü yedi düvel bir araya gelmişken, içimizdeki hainler, mandacılar, isyancılar, cinci hocalar, yabancı misyon yalakaları, Mavri Miralar ve yüzlerce yerli-yabancı örgütler, Türk’ün topraklarına göz koymuşken, sen, sen nasıl da ters yüz ettin bütün bu alçakça girişimleri…
Nasıl da geldikleri gibi gönderdin… Kuyruklarını kıstırıp kaçtılar… O yokluk ve çaresizlik içinde başardıklarına bakınca, ümitsizlik fikrinin içimde yeşermesine izin veremem. Böyle bir düşüncenin en küçük kırıntısından bile utanırım.
Ancak sen gittikten sonra düşman yine boş durmadı Atam.
Hani sen 1933’te “Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır. Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli,” demiştin ya, biz ona da hazır olamadık Atam…
Şavaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Türkleri Boraltan Köprüsü’nde Ruslara teslim edip, hemen orada kurşuna dizilmelerini seyrettik. Rusya içindeki milyonlarca Türk’e sahip çıkamadık Atam.
Nihayet 1991 de Sovyetler dağıldı. Baltık Cumhuriyetlerinin bağımsızlığına ses çıkarmayan Rusya, Azerbaycan’ın bağımsızlık isteklerine silahla karşılık verdiler. 20 Yanvar (Ocak) 1990 Azadlık Meydanı olaylarında 200 Türk tanklarla ezildi. Cesetleri, küreklerle parke taşların arasından kazınarak çıkarıldı.
Şiddetli saldırılara rağmen bağımsızlık ilan eden Azebaycan’ın üstüne Ermenileri saldılar. Önce Hocalı’da binlerce kişi öldürüldü, sonra Azerbaycan’ın toprakları işgal edildi.
Düşman hâlâ boş durmuyor Atam… Ülkemin bir bölgesini, içimizdeki hainler aracılığı ile kan gölüne çeviriyorlar. Senin çok değer verdiğin “Türk Milleti” kavramını sorgulatıyorlar. Oysa sen tarif etmiştin: “Bu ülkede yaşayan, etnik kökeni ne olursa olsun, herkes Türk Milleti’nin bir ferdidir,” demiştin.
Bundan mutlu değiller. Varsın mutlu olmasınlar ama benim “TÜRK” olmam da onları rahatsız etmeye başladı. Her sabah ettiğimiz ANDIMIZI kaldırdılar, şimdi bana yeni bir ad arıyorlar. Özetle adımı değiştirmek istiyorlar. Onların bana taktığı isim önemli değil, ben “TÜRK’ÜM” ve TÜRK olarak kalacağım.
Hani Akif’in “Para almam! Para verirseniz şiir yazmam,” diyerek yazığı İstiklal Marşı vardı ya: onu da değiştirdiler. Bir ölçü hızlandığı için eskisi kadar duygulu olmuyor. Koştura koştura söylüyoruz o güzel marşı. Yine de marşımızı içten söyleyenlerin sayısında azalma yoktur.
Al yıldızlı BAYRAĞIMIZI nazlı nazlı dalgalandığı yerden indirenler oluyor Atam… Ama yeniden dikiyoruz düşmana inat… Hem de daha büyüğünü ve daha kırmızısını.
Sana her zaman yazmak istesem de bugün özellikle yazıyorum. 24 Kasım Öğretmenler Günü için, Türk Milleti’ni dünyaya entegre ettiğin için, yeni alfabe ile bizleri tanıştırdığın için yazıyorum.
Bir öğretmen olarak minnet duygularımı anlatmak isterken, sıkıntılarımı anlatmışım sana…
Gerçi Arap alfabesini değiştirdiğin için sana kızanlar da var. “Bir gece de cahil kaldığımızı söylüyorlar.”
Ama ben bunu diyenlere kızmıyorum. Çünkü Osmanlı’da okuma yazma oranının %2 olduğunu onlar bilmiyorlar. Osmanlıcanın el yazısı sitili olan “Rika”yı farklı farklı okuyanların olduğunu, bu nedenle bazı önemli belgelerin bile zaman zaman yanlış yorumlandığını bilmiyorlar.
Osmanlıcayı öğrenmenin zorluklarını bilmiyorlar. Kısaca bilmedikleri için sana kızıyorlar Atam…
Hem sana hem de Türk Milleti’ne düşmanlık edenler çoğalıyor Atam… Ama merak etme sen!.. Bu sayısal artış, para-pul ve mevki kazanma peşinde olanların nicel bir çoğalmasıdır… Az da olsa biz de çoğalıyoruz, ama nitelikli bir artış bu.
Metroda, otobüste, trende, hastanede, durakta ve vapurda elinde kitap olanların sayısı artıyor. İşte onlar, senin ÖĞRETMENLERIN VE ÖĞRENCİLERİNDİR. Okudukça seni anlayan, seni anladıkça Türk Milleti’ne sahip çıkanlar çoğalıyor Atam.
Onun için rahatım, sen de rahat ol Atam… Türkiye Cumhuriyeti ve TÜRK MİLLETİ, dünya durdukça var olacaktır.
ÖĞRETMENLER GÜNÜN KUTLU OLSUN ATAM…